31 Temmuz 2011 Pazar

Girizgah

Öyle dolu, öyle yorucu, öyle coşkulu bir haftasonu yaşadım ki... Ruhumu saran, geçen haftamı karalara bağlayan hiç bir olay aklıma gelmedi...

Yazacak, paylaşacak onca şey olmasına rağmen ellerimde derman yok... Bu gece dinlenip yarın huzur içinde bir pazartesi geçirdikten sonra aynı günün akşamına aklımdakileri sizlerle paylaşmayı diliyorum.

Yeni başladığım ama epey yol katettiğim Elif Şafak'ın son romanı İskender...  Kafamda Pembe'yi,  İskender'i, Yunus'u düşünerek bu gece erkenden uyumak istiyorum.

Hafta sonumu güzel yapan herkese... Minnoş kuzenim Oya'ya, perküsyon sınıfıma, yıllardır görmediğim eski arkadaşım Nevruz'a, Yar'a hepsine hepsine teşekkür-ü bir borç...

Şahane bir pazartesi sabahına gözlerinizi açmanız dileğiyle...

Sevgiler,

28 Temmuz 2011 Perşembe

Doğru İnsana Yatırım Yapmalı

Ben, çalışma hayatına çok erken başladım. Adına hayat şartları mı dersiniz ne dersiniz bilemem ama lise talebesiyken ekmeğimi elime almıştım. Sonra da hem okul hem iş derken mücadele devam etti.

Dönem dönem durağan zamanlarım da oldu. Ama genelde koştura koştura geçti günlerim, yıllarım.
Bu bana içinde olduğum dönemde zarar vermiş gibi görünse de hep avantaj sağlamıştır. Bir sürü şirket, bir sürü yönetici ve onlarca değişik iş arkadaşım oldu.

Çeşit çeşit firmalarım, farklı bakış açıları olan yöneticilerim, türlü türlü ekip arkadaşlarım oldu. Zaman zaman benden çok şey götürseler dahi götürürlerken bile bana ne çok şey kattıklarını ancak fark edebiliyorum.

Reklamın iyisi, kötüsü olmaz derler ya (gerçi hiç inanmam ama) ben o lafi tecrübenin iyisi, kötüsü olmaz olarak değiştirdim.

En acı tecrübe bile özünde tecrübe aynı hatayı bir daha yapmamak için bir vesile... En canımı yakan kurum bile bana neler katmış, gözyaşları içinde elimde yanlış beyan ettiğim sgk bildirgesi ile kapısında gittiğim müdürümden yediğim azar... vs vs örnekler çok :)

Dediğim gibi gençtim, acemiydim, zaman zaman yönlendirilme, eğriyi-doğruyu gösterilme ihtiyaçları içindeydim.  Gün geldi işsiz kaldım, gün geldi basit uyarılar yapılmadığı için büyük hataların sahibi oldum.

Şu hayatta, iş hayatımda bir kişi hariç hiç destekçim olmadı. Kimse bana yatırım yapma gereği duymadı. Bilgiler gizlendi, hata yapmam beklendi. Bu salt benim için değil iş hayatına genel bakışıydı bu insanların. Bir yıl boyunca iş ararken etrafımdakiler zerre destek olmadı.
İş dışında şanslı bir olmamla beraber mevzu iş olunca herkes bir elini eteğini çeker oldu.

İşte taa o zamanlar söz verdim kendime... Elime geçen tüm imkanları paylaşacağıma. İşse iş, bilgi ise bilgi. Bir mum diğerini yakarak kendi ışığından hiçbirşey kaybetmez sözünü kendime düstur edinip çıktım yola. Hakikaten evrende destekçim oldu ve çok donanımlı, işine hakim bir insan halini aldım.

Şu an çalıştığım işyerimde bile ki başlayalı sadece 4 ay oldu. İşe ihtiyacı olan iki eski iş arkadaşımı açık pozisyonlara yerleştirmek için çırpındım ve kabul ettirdim. Sonrada gölge gibi izledim onları, kimseye belli etmeden onlarla ilgili çıkan krizleri yönettim ve baş ettim.

Bilgimi hiç esirgemedim. Sormadan karşımda ki merak etmeden paylaştım. Belki ediyodur da nasıl soracağını bilmiyordur diye düşünerek.

Öğrendiğim her yeni bilgiyi, okuduğum her yeni yazıyı, haberi paylaştım çevremle. Siz ne kadar bilgili olursanız olun ekip arkadaşlarınız boşsa maçı kazanamazsınız çünkü...

Ama bazen yanlış insanları seçersiniz yoldaş olarak. O aslında çoktan yolunu seçip, yönünü çizmiştir. Sizin çabanız beyhudedir. Bunu görmezden gelmeye çalışarak çabalamaya devam edersiniz. Hadi dersiniz bu kadar çabuk pes etme, devam et.

Anlatmaya çalışırsınız, kafasına girmeye, doğru gitmesi için, yön değiştirmesi için çabalarsınız. Ufak manevralarla direksiyonunu kırıp doğru şeritte akmasını sağlamaya çalışırsınız.

Bakarsınız akacak gibi sanki... Bir anda ani bir şekilde o direksiyonu yine bildiği yöne çevirir. Tamam dersiniz olur böyle şeyler, zaten kolay olmasını beklemiyordunuz. 2,3,8,10,15 deneme derken baktınız ki yoruluyorsunuz, emeklerinizin heba olmasına acıyorsunuz, incinip, kırılıyorsunuz. Ama en önemlisi ne biliyor musun yanlış insanla zaman kaybederken belki de doğru insanı gözden kaçırıyorsunuz.

Ben dört aydır birinin yönünü değiştirmeye, doğru şeride geçirmeye çalışıyorum. Severek denedim, arkadaşı, en yakını olarak denedim. Tam başardığımı düşündüğüm anda defalarca yarı yolda bıraktı beni ve ben bugün artık çok yorulduğumu anladım. Emeklerim çöpe gidiyordu, boşa dil döküyordum, zaman harcıyordum ve en önemlisi doğru adama yatırım yapma şansımı ve şansını elimizden alıyordum.

Siz, siz olun iyilik yapacağım diye yanlış insanlarla uğraşmayın. Bu ona bir fayda sağlamadığı gibi sizi iyilikten usandırır.

26 Temmuz 2011 Salı

...

Bu gece size ofis hikayeleri hakkında detaylar verecektim ama bir süredir bet halimiz gören Annem bana öyle bir yazı ile öyle bir ders verdi ki... Tutamadım kendimi sizinle paylaştım. Şu dakikadan sonrada elim sızlanma, şikayet vb. hiç bir konu hakkında yazmaya gitmiyor.
Alın size Mücadele Ruhu.... Al sana Mücadele Ruhu...

Sevgiler....

Burası Ne Kadar Yeri Bilmem Ama; Yüreğim Sızladı... İşte Size Minik Can

İçime çöken yüreğime dokunan gırtlağıma düğümlenen bir yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum müsaadenizle ;


Nasıl birgündü tam olarak anımsamam mümkün değil. Malum yaş geçti artık hatırladıklarım az ama bazıları çok net. Seninle bunlardan birini paylaşmak istiyorum.

İçimde minicik bir Can ile kalktım o sabah yataktan, bana ait bir Can... Yüreğim sevgi doluydu ikinci kez anne olmanın heyecanı, dünyaya yeni bir eser getirmek, içimde bir su damlasından bir cevher yaratmak tüm bu düşünceler ruhumda, kalbimde eşsiz bir müziğin ritmine kapılmış dans ediyordu.

Gençtim o zamanlar, aşıktım, aşkımın bana aşık olması için belki de yeni bir şanstı ikimize ait bu tertemiz Can...

Heyecandan bir süre gizledim Can'ı, günler birbirini kovaladıkça Can içimde kendini daha da bir hissettirmeye başladıkça, çoşkun bir ırmak gibi dolup, taşan yüreğim tutamadı kendini döküldü ağzımdan müjdeli haber...

En neşeli, en mutlu halimle hayatımıza bir umut ışığı olsun ümidiyle verdiğim müjdeye aldığım cevap
' akşama geldiğimde bu piç alınmış olacak' oldu.

Benim içimde yepyeni bir Can'dı, piç ne kelime... Ruhumu aydınlatan, yerli yersiz yüzümü güldüren, bana anne, evladıma abla diyecek bir can.

Beynimde şimşekler çaktı, mideme bedenimden büyük bir taş oturdu, içimdeki Can huzursuzca kıpırdandı ve istenmediğini hissetmişçesine sessizce çekildi kuytu köşe bir yerlere...

Ben şaşkın Can benden şaşkın... Muhtemelen içimde söyleniyordu ' beni, siz istediniz, kendim gelmedim şimdi bu da ne demek' diye ... Cevabını veremeyeceğim sorular soruyordu içimde bu sebeple duymazdan geldim Can'ı...

Zaman su gibi akıp gidiyordu. Aylar sanki gün hızıyla geçiyor bana göre Can, ona göre piç karnımda gün geçtikçe büyüyordu. Belki de sessizce sonunu bekliyordu. Bana soramadan, sonunu bekliyordu. Dünyaya gözünü açacak mıydı, yoksa hiç bilemeyeceği dünyanın bir köşesinde tıbbi atık mı olacaktı?

Oysa, ben biliyordum ki içimde ki Can'dı. İnsan canından cayar mıydı? İçimde büyüyen Can gün geçtikçe beni de büyütüp, törpülüyordu gündüzleri kıpır kıpı ruhumu eğlendiren, konuşmalarıma minicik tepkileri, tekmeleri ile karşılık veren can akşamları o gelince yine bulduğu en kuytu köşeye kapanıp sessizce gecenin bitip sabahın olmasını ümit ediyordu.

Can, içimde sekizinci ayını doldurduğu zaman hala tehdit altındayım. Her sabah, belki bu sefer her şey güzel olur ümidiyle uğurladığım o, yine aynı yüreğimi yakan, yıkan cümleyi kuruyordu 'akşam geldiğimde bu karnında olmayacak'

Ben dünyada Can karnımda 9 ay mücadele verdik. Onca istenmemesine rağmen Can hayata tutunmayı bildi... Akşamları sessizce durup gündüzleri hayata ve ona inat çılgın gibi tepindi içimde 'sen korkma ben burdayım ve hep var olacağım' dedi bana....

İçime asıldı, ruhuma tutundu, sevgimle beslendi, sevgisiyle güç verdi. 9 ay sonra kucağıma verdiklerinde savaştan çıktığı her halinde belliydi, yorgun savaşçı kızım, bir sürü saçları, pespembe etiyle, teniyle kucağımda NİHAYET BAŞARDIM edasıyla yüzüme bakıyordu gözleri yarı açık yarı kapalı... Nasıl yorulduysa bu 9 aylık mücadele de ağlayacak hali yoktu. Sesi çıkmadan koynumda yatan Can, mücadelemizin eseri Can...

Ama verilecek son bir savaşım vardı bu sefer Can'ı karşıtırmadım işe... O, yine geldi yanıma madem lafım dinlenmedi bu doğdu o zaman adı sevgilimin adı olacak dedi... Müjgan!

Ben bunu kabul edemem, hem edersem Can büyüyüp genç kız olduğunda sormaz mı bana bunun hesabını, biz bunca mücadeleyi O'nun sevgilisinin adını yaşatayım diye mi verdik kadın demez mi?
Ben Can'ma baktıkça o kötü günleri anımsamaz mıyım? Hem ben bunca mücadeleyi vermişim burada mı yılacağım. Hayır! dedim adı Gülsün.

Yorgun, mücadeleci kızım adı, Gülsün.


Bazıları hayat mücadelesine daha Can iken başlar.  Bu şans mı, şanssızlık mı bunu bize zaman gösterir. Hayatın zaman zaman çıkmaz yollara zorlu dönemeçlere girebilir.
Sen ki bir su damlası, bir fasulye tanesi kadar küçükken başladın mücadeleye.... 9 ay dünyaya gözünü açmadan girdiğin mücadeleyi kazandın, şimdi mi kaybedeceksin?
Her başın sıkıştığında, her dara düştüğünde Can'ın mücadelesini düşün... elleri, ayakları, kaşı, gözü minnacık Can başardıysa Gülsün elbette başarır.

Annen Günay GÜRCAN


Mücadele Ruhu Buymuş Bu Ruh Bende Varmış Bunun Farkına Varmama Vesile Olan Annem'e Sosnuz Teşekkürler...

Sizde benim gibi birgün mücadeleden yorgun düşerseniz lütfen minik Can'ı düşünün o başardıysa hepimiz başarırız.

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Ekip Ruhunuz Hiç Ölmesin

Bu gecenin ikinci merhabası;

Bazen aklıma 2 satır düşmezken bazen de sayfalarca yazası geliyor insanın... Genelde ruh hali düşükken daha bir verimli oluyor insan...

Film güzeldi zaten yıllardır severim Harry Potter'ı, merak etmeyin ben onların çocukluklarını bilirim geyiğini yapmayacağım :)

Filmin ortasında Lord Voldemort'un kara büyüsü çöktü salona 5,2 şiddetinde ki depremle bir sallandık kendimize geldik. Zaten 3D olan filmin efektine efekt kattı deprem sağolsun...

Neyse gelelim kendi konumuza ;

Bundan 3,5 yıl önce büyük umutlarla girdiğim şirketimden büyük bir hayal kırıklığı ile çıktım bir Cuma günü elimde koli ile...

Ekip arkadaşlarımın bir çoğunun amacı kendi başarıları ile bir yere gelmek yerine, başkalarının başarısızlıklık ve talihsizlikleri ile prim yapmaktı. Bu durum beni çalıştığım kurumdan, arkadaşlarımdan, bu duruma göz yuman yöneticilerimden hatta kurumun markasından bile nefret ettirdi. Uzun süre şartlar, mecburiyet, cesaretsizlik adı her ne ise buna boyun eğdim. Ama o gün benim için dönüm noktası oldu karar aldım ve her şeyi göze alarak istifa mektubumu yazdım. 18 Mart 2011...

Kapıdan çıktığım gün vücudumun her yeri ürtiker denen hastalık yüzünden yara içindeydi. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurda o kapıdan çıkarken kendime söz verdim. Bundan sonra güvenmediğim bir ekiple, güvenmediğim bir kurumda beş dakika bile harcamayacaktım.

Ekip ruhu, çalışanların en büyük silahı. Hep en güvendiğim atasözü olmuştur 'birlikten kuvvet doğar' gerçekten böyle. Birliksen, dirliksin. Bunu kimse inkar edemez. Elele vererek büyürüz ancak iki elimizi de kendimiz tutarsak daracık bir çemberin içinde kalakalırız.
Ama 5 kişi elele verirsek daha büyük bir çember yaratırız. Daha çok şey alabiliriz ortamıza.

Bundan sonra biraz daha mahalle ağzı ile yazacağım.

Zayıf insanları kimse sevmez. Güç, hayatın her alanında olmazsa olmaz. İş hayatında pasif, sessiz, kendi halinde durarak bir yerlere gelmiş birileri varsa bana gösterin ben hiç tırmalamadan, alnından ter akmadan, uykusuz geceler geçirmeden bir yerlere geleni görmedim.

Patronun çocuğu, torunu, yeğeni falansan iş ayrı. Zaten onlar hayatlarının hiç bir anında bu tiltin arkasına sığınırlarsa hiç bir yere gelemezler.

Uzun zaman önce sarsılan kurum inancım yeni ofisimde ki şeker şerbet insanları tanıyınca biraz olsun düzelmeye başlamıştı... Taa ki bugüne kadar.

Bugün ofis asistanı arkadaşım ve beraber iş yürüttüğüm çalışma arkadaşım dışarıda ki işleri sebebiyle şirket içinde olamadılar.

Onların işlerinin büyük bir kısmı demek isterdim ama neredeyse tamamı bana kaldı. Ben kendimi iyi tanıyorum hayatımda hiç bir zaman işten kaçmadım, bilakis saçma sapan işler yarattım kendime..

Beni yapan yöneticim Ramazan Kayan'a, beni komplekssiz, egosuz yetiştiren canım anneme çok teşekkür ediyorum.

Bugün onca yoğunluğumun içinde saçma sapan egoları yüzünden faksını bile ofis asistanına çektirenler bugünde bana yaptırmaya çalıştılar. Mevzu ne faks çekmek ne de başka bir şey hepimizin orada olma amacı aynı... Kazanmak&Kazandırmak...

Ama bunu saygı ve sevgi çerçevesinde gereksiz duygulardan arınmış olarak yapabilmek gerek.
Benimle çalışan arkadaşlarım çok iyi bilir, birinin bile itiraz etmeyeceğine adım kadar eminim. Her işi yaparım, hiç bir işten gocunmam, mutfağa gider, gelirken müdürüme kahve de yaparım. Taa ki bana artık saygı duyulmadığını hissedene kadar.

Bu sefer kendime gerçekten söz verdim. Asla ama asla kuruma ve ekibe inancımı kaybettiğim bir mecrada zaman kaybetmeyeceğim.

Bir takım beklentilerim var düzeleceğini umduğum sıkıntılar... Bu haftayı bunlarla mücadele ederek geçireceğim. Henüz güvenimi sarsmamış arkadaşlarım var bunları düşünerek bir hafta daha sabredeceğim. Bana içine girdiğim yolda destek olacağına dair söz veren arkadaşlarım var ya da arkadaşım onun sözüne ne kadar sadık kalabileceğini görene kadar bekleyeceğim. 3,5 aydır sistem sistem diye parçalandığımı fark etmesini umduğum yöneticilerimin tepkisini bekleyeceğim.

Şayet beklentiler umduğum gibi olmazsa kendime 18 Mart'ta verdiğim sözümü tutacağım. Benim artık çıkmaz sokaklarda kaybedecek zamanım yok.

                Çalıştığınız kuruma ve ekibinize olan güveninizi hiç kaybetmemeniz dileğiyle...

Pazartesi pazartesi olalı böyle sendrom görmedi

Bu şirkete girdiğimden bu yana en yoğun, en sevimsiz pazartesi mi nihayete erdirmiş olmanın mutluluğu içindeyim. Bloguma ilk kez mobile kayıt giriyorum, dayanamadım iki üç satır yazasım geldi. 

Bugün şunu bir kez daha fark ettim ki şirketi şirket yapan, başarıya sürükleyen ekip ruhu, aynı dili konuşmak, beden ve ruh birliği... Eğer işin içine kahrolası egolarımız girerse iş hayatı çekilmez bir hal alıp, kişiyi ve kurumu başarısızlıktan başarısızlığa sürüklüyor. Çok acıdır ki ben çiçeği burnunda şirketimde bugün o ekip ruhundan eser olmadığını gördüm. Gerçek yüzüme tokat gibi çarptığında kocaman bir meydanda annesini kaybetmiş çocuk acizliğini tüm ruhumda, beynimde ve bedenimde hissettim. Bu ruhu şirketime nasıl kazandırırım çabası içine girmek için geç olmadığı ümidiyle yarın etrafımdakilere iş arkadaşım gözü ile değil bu ruhu aşılamam gerekenler olarak bakmayı deneyeceğim. Bunu başarmam dileğiyle...

Şimdi elimde kocaman buz gibi bir kahve ile Harry Potter ve Ölüm Yadigarları'na giriyorum.

Gece bu konu hakkında neler yapabilirim başlığı altında yine bir şeyler karalayabilmeyi istiyorum...

Şimdilik Hoşkalın, Sevgiler

(Hoşça değil hoş kalın! )

24 Temmuz 2011 Pazar

Pazar Demek IK Ekleri Demek




Bu hafta kariyer ekleri ile epey haşır neşir oldum. Yar ile geçen bir hafta sonu olmasına rağmen brunchda fırsat buldum okumaya...

HT Kariyer ve Hürriyet IK en sevdiğim ekler. Bu hafta güzel konular vardı ama bazı iş ilanları özellikle ilgimi çekti. Gazetlere verilen iş ilanlarının firmanın kurum kültürünü ne kadar yansıttığını fark ettim. Sert, keskin cümleli iş tanımları, koyu koyu renkte ağır, ağdalı ilanlar, gereksiz uzatılmış iş tanımları, saçma sapan beklentiler, renkli cıvıl cıvıl ilanlar...

Karşıdan bakınca firma hakkında epey fikir edindiğimi düşündüm. Tamam bundan birkaç ay önce bizimde çok kalitesiz bir ilanımız çıktı ama biz acemi IK Müdürü kurbanı olmuştuk, herkesin bu talihsizliği yaşadığını düşünmüyorum.

İlanlar kurum kültürü, yönetim, şirketin çalışana bakış açısını göstermekle kalmıyor, bence firmanın reklamını da yapıyor. Bu arada reklamın iyisi kötüsü olmaz mantığına kesinlikle karşıyım. Reklamın kötüsü olur adamı da markadan buz gibi soğutur.

Mesela, buradan söylemek ne kadar doğru ama Garanti Bonus'un HT Kariyer'de ki ilanına bayıldım.
Markanın reklamlarına, çalışma tarzına, kültürüne ne uygun bir reklam olmuş.

Seveni+Geleceği+Fırsatı En Bol Kariyer!!!

Cici bici kocaman bir ilan alt tarafı kredi kartı satış elemanı arıyorlar. Ama ben bayıldım. Mesela Erciyes Baklava&Börek Genel Müdür arıyormuş. Kahvrengi abartıdan uzak, son derece resmi tam bir başkent ilanı... Erciyes böreğe girip de 'abi bana ver ordan 1 kg. kol böreği' demem ben eğer birgün yolum düşerse... :)

Birde Hürriyet IK'nın yarım sayfa ayırdığı kendi reklam metnini çok beğendim.
'Bir ilan okudum hayatım değişti' cümlesini kullanarak kendi kendine reklamını yapmış çok da hoş olmuş. Alt satırada 'Hayatınızı değiştirecek iş ilanları Hürriyet IK'da' demiş.

Bunların dışında, ofiste beslenmeden, tatili kariyer için olumlu hale getirme önerileri, neden başarılı sunum yapamadığımıza kadar yine okunası bir çok konu var.

Ama benim dikkatimi çeken haber şu ;

Bu aralar yeni bir ürünü piyasaya sunmaya hazırlanıyoruz. Ürün lansmanından sonra burada da paylaşacağım zaten. Bu ürün için hummalı bir çalışma ofiste devam ediyor. ( Bu durum en çok bana yarıyor, yöneticim bu konuya öyle yoğunlaşmış durumdaki bana pek uğramıyor :)
Bir yanda reklam çekimleri bir yanda son hazırlıklar derken bir yandan da müşteri ilişkileri ile ilgili call center çalışmaları devam ediyor. Bu bağlamda bir kaç call center ile görüştüm. Çalışma şartları, şekil şartları vs. derken callpex ile kesişti yolum. Callpex'den Burçak Bey ile görüştükten sonra bana bir teklif yolladılar teklif alternatifli bir teklifti.

İstanbul ve Bingöl alternatifli... Bingöl'de de bir çağrı merkezi tesis etmişler ve tercih edilmesi halinde oraya yönlendirip hizmeti Bingöl'den de satın alabiliyorsunuz.

Düşününce istihdam yaratmak, yeni meslekleri büyük şehirler dışına yaymak adına çok verimli bir adım olmuş. Memleketin o köşelerinde istihdam en önemli sıkıntıların başında gelmekte. Bu yenilikçi fikir diğer firmalarada örnek olsun umuduyla konuya dönüyorum.

Callpex, Bingöl merkezini Mart 2011'de açmış. İlk etapta 150 kişiyi istihdam eden firma bu sayıyı kısa bir sürede ikiye katlamış. Yıl sonunda bu rakamın bine ulaşması hedefleniyor. Hal böyle olunca yeterli sayıya ulaşmak adına IK akıllıca bir harekette bulunmuş ve istihdam için 20 bin kişinin cebine SMS göndermiş.  İlk gün 900 kişi başvuruda bulunmuş. Firma bununla kalmayıp, çalışanları eğitmek adına Bingöl Üniversitesi ile anlaşıp uygun gördüğü adayları sertifika programına dahil ediyor.

Programda, dinleme, konuşma, itiraz karşılama, doğru ses kullanımı, ses tonu ayarlama, diksiyon vb. eğitimler veriliyor. 3 haftalık 60 saatlik bir program.

Adaylarda, minimum lise mezunu olmak ve insan ilişkileri kuvvetli, iletişime açık olmak aranan özellikler arasında...

Avea, TTnet, Pegasusu gibi firmalara hizmet veren Callpex için Bingöl ilk aşama. Anadolu'da da çeşitli noktalarda bu hizmeti vermek firmanın yakın gelecek hedefleri gibi duruyor.

Ne diyelim bol şans...

Hayatla Başedemeyenler

Her şeyimize ne kadar özeniyoruz düşündüğümüz zaman... Cep telefonu, bilgisayar, araba, ev, kalem, kitap vs vs...

Sahip olduğumuz şeylere gözümüz gibi bakıyoruz. Sabah uyandığınızda arabanızın baştan sona çizilmiş olduğunu düşünün öfkeden delirir, binlerce küfürü aynı saniye içine nasıl denk getirebildiğinize bir süre şaşıracağınız bir performan sergilersiniz.

Düşününce para vererek sahip olduğumuz şeyler pek bir kıymetli... Eeee kolay mı biz o parayı kazanmak için günde 10 saat dirsek çürütüyoruz pek tabi kıymetli olacak.

Ama hayatımıza hiç değer vermiyoruz. Sanki bu bitince yerine daha bir sürü hayat hakkımız varmış gibi tüketiyoruz, ellerimizin arasında akıp giderken umursamazca bakıyoruz peşi sıra...

Tamam hayat, elbette akıp gidecek bunu önlemenin zaten bir yolu yok, ama bunu daha kaliteli, daha sağlıklı, daha yaşanılır bir hale getirmek mümkün.

Hayatta her şeye sahip olabiliriz ama dediğim gibi hayatta her şeye sahip olmak için öncelikli şart hayatta olabilmek.Hayatı hangi akla hizmet bu kadar hiçe sayabiliyoruz anlayamıyorum. Size burada yazıyorum da ben gerektiği gibi yaşıyor muyum? Hayır.

Bu soruya evet cevabı vermek için çabalıyorum ama bunu gerçekten yapıyorum.

Hayatla baş edebilmek için çaba sarf edelim bunu yapabiliriz.
Dün geceden beri Amy Winehouse var aklımda... 27 yaşında, şöhretin zirvesinde ölmek onun kaderi değil, tercihi oldu. O hayatla baş edemedi. Biz edelim.


Hayat, bir tane ne kadar kaldığına dair en ufak bir fikrimiz yok... Hepsi bu kadar.

Sevgiler...

21 Temmuz 2011 Perşembe

Bu Bir İş İlanıdır :)

Beni delirtecek bu sıcaklar, birde bir türlü bulamadığımız IK müdürü!!!

Bilenler biliyor ben bilmeyenler için yazıyorum efendim, malumunuz ben 3,5 aydır orta ölçekli, yarı kurumsal, şeker, şirin bir şirkette çalışmaktayım. Beni işe alan IK müdürü ile 1,5 ay önce yollarımızı ayırdığımız günden bu yana müdür aramaktayız. Ama yok nerede :(
Bazen günde 3 aday ile görüşme sağlıyorum zaten bir süre daha bulamazsak ben bildiğiniz İşe Alım Uzmanı olarak kariyer hayatıma devam edeceğim. İlerde anlatırım artık ben bir şirkete girdim oraya IK müdürü ararken telefonlarda yaptığım ön mülakatlar sayesinde bugünlere geldim diye :)

Neyse işte kariyer.net, secretcv, gazete ilanları hatta ben twitterdan bile arıyorum ama tık yok! Bizim beğendiğimiz bizi beğenmiyor, bizi beğenenler bize uymuyor anlayacağınız dandik bir durum içerisindeyim. İnsan ağız tadıyla kendine bir müdür de seçemeyecekse....

Eğitimlere konuşmacı olarak katılan IK yöneticilerini ağzımın sağ tarafında sular akarak izlerken sapıklar gibi hayal kuruyorum 'ahh ahh bana da böyle bir müdür nasip et Allahım' diye... Bu durum bende paranoyaya sarmadan bir müdür bulsak şaka maka şahane olacak.

Belki bu yazıyı biri okur da tanıdık biri vardır etrafında diye olayı kısaca özetliyorum ;
Grup firmalarımızdan Empi'ye 20 kişilik bir ekibi yönetecek performans değerleme, kariyer yönetimi vb insan kaynakları akışında destek olacak bir müdür arıyoruz. Zaman içinde grup müdürü olmaması için hiç bir sebep yok tabi ben ayağını kaydırmazsam :p

İşyeri Hadımköy'de dediğim gibi şeker şerbet cici insanların olduğu (benim gibi) bir ortamda yöneticilik yapmak cidden çok eğlenceli....

Onca portaldan birini bulamayıp da benim üç günlük blogdan biribi bulsak ne sükse yaparım şirkette bilmem farkında mısın? :)

IK müdürü konusu bu kadar...

Diğer olayları az sonra farklı bir başlık altında yazacağım. Onlar biraz daha güncel konular IK müdürü iş ilanının altında ciddiyetten uzaklaşmayayım.

Bu arada işler çok yoğun değil gelen müdürü fazla yormayacağız. Zaten konuya ilişkin resimde durumu özetliyor. :)


Sevgiler...

Hafif Bir Derleme Toplama Yazısı

Gelelim diğer mevzulara ;

Bu aralar az öncede yazdığım gibi sıcaklardan çıldırmak üzereyim. Dün Kuruçeşme'de konserdeydim. Konserde herkes Bülent Ersoy kıvamında elinde envai çeşit yelpaze modelleriyle takılıyordu. Hatta arkamdaki karı-koca çaktırmadan dibime kadar girmişler benim rüzgarımdan faydalanıyordu... :)
Sıcaklara karşı dayanışma içine girdik herkes elindeki yelpaze ile önünde arkasında fenalık geçiren kim varsa yelliyordu... :)

Bu aralar sosyal kelebek olma modunu biraz abarttım sanırım büyüyemeyen ergen modeli çizdiğim şu günlerde o konser senin bu sergi benim o kurs senin bu kurs yine benim modunda haldur huldur koşturup duruyorum.

Ama bu arada yine sizinle paylaşacak kitaplar okumaya devam ediyorum. Kaynağım İnsan'da İpek Hanım yaz tatili için kitap önerilerinde bulundu. Öyle bir azmettim ki kitabı paylaşanla yarışa girdim adeta yaz sonuna kadar paylaşılan kitapların neredeyse tamamını okuma gayretindeyim.

Önerileri sayesinde okuduğum İş Yaşamında 100 Kanguru benim Şerif Bey'i yakından tanımama vesile oldu. O kitabın ardından Sistem Liderliği hakkında detaylı bir çalışma içine girdim. Bu çalışmayla beraber yine A.Şerif İzgören'in Şu hortumlu dünyada fil yalnız bir hayvandır ve avucunuzdaki kelebek kitaplarını da tamamladım.
Hemen hepsi de aynı etkiyi bıraktı üzerimde... Sistem Liderliği konusunda beklediğim destek çalışmaları tamamlayınca (Volkan bu kısım senin içindi!!!) tekrar derleyip son kontrolden geçirip burada paylaşacağım ama en önemlisi bunu şirkette uygulamaya başlayacağım. O arada IK Müdürü'de gelirse tam süper olur ya neyse hayırlısı....

Bu akşamda yine evde fenalık geçirince attım kendimi sokağa en sevdiğim iki şeye sarıldım hemen... Starbucks chocalate frappucino ve vişneli puro :) Açık havada keyif yaptıktan sonra tuttum Inkılap'ın yolunu Beylikdüzü 5M Migros AVM'de ki Inkılap Kitabevi şubesi çalışanları bence bu iş için doğmuş şahane insanlar... Her kitap hakkında fikirleri var her kitabın yerini sanki koca mağazada bir tek o kitap varmışçasına çabuk buluyorlar. Ve uzun zamandır tüm yeni çıkanlar %20 indirimli... Bilginize....
Neyse bu akşama dönersek yine 1 tanesi Kaynağım İnsan'dan olmak üzere iki kitap satın aldım. Biri yeni takıntım A.Şerif'in MOKS isimli kitabı diğeri İdil Türkmenoğlu'nun Pozitif Yönetim isimli kitabı.
İkisine de başlamak için heyecanlanıyorum. Taze bir fincan kahveden kapağını ilk benim açtığım kitaba kadar yeni olan her şey beni çok heyecanlandırıyor.



Önce Moks ile başlayıp yarın akşam tamamlayıp sonra İşyerinde keyifli ortam yaratmaya yönelim yazılmış pozitif yönetime başlayacağım.

Bu arada cumartesi perküsyonda ikinci dersim onda ikinci haftam olmasına rağmen hala heyecan verici...

Kocaman Sevgiler
İyi Geceler
Şahane bir cuma şahane bir haftasonu getirsin hepimize...

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Peki Ya Hayat Motivasyonunuz

Motivasyon kelimesi ne zaman girdi acaba hayatımıza? 15 sene önce duymuş muydum bu kelimeyi doğrusu fikrim yok... stres kelimesi gibi...

Çocukken stres yeni yeni duyulmaya başladı, tam telaffuz edemezdim ama söylemek çok karizmatik gelirdi olur olmaz yerde kullanırdım kendimi çok artistik hissederdim. 15 sene sonra başıma onca çorap öreceğini bilseydim bu kavramın, öğrenmemek için ömrümün bir kısmını feda edebilirdim, ah benim çocuk kalbim ;)

Motivasyon da bunun gibi işte, şimdi günde 5 defa söylemezsek işimiz rast gitmiyor.. motivasyonun düşük, ay benim motivasyon sıfır, adamın motivasyon sağlam bla bla bla...

Kurum içinde önemli bir kavram bunu zaten kabul ettik uzun zaman önce, biz IK'cıların da öncelikli görevlerinden biri motivasyonu yüksek tutmak, arttırıcı yeni faaliyetleri kuruma dahil etmek vs.

Peki bizler bireysel olarak yaşam motivasyonumuzu yüksek tutmak için ne yapıyoruz? Bu çok net ki motive edilemeye sadece çalıştığımız kurumda ihtiyaç duymuyoruz. Hayatın akışında da lazım bize...

Bir çok insan bunun farkında bile değil yaşam motivasyonu için hiç bir çabası yok hatta böyle bir kavramı düşünmemiş bile... Oysa ki düşündüğümüz zaman yapabileceğimiz, modumuzu yüksek tutabilmemizi sağlayacak bir çok olgu var hayatta karşımıza çıkan.

Bir eğitimde ara verdiğimizde fikirlerine çok inandığım, güvendiğim ve saygı duyduğum sonrada arkadaş olmayı başardığım bir beyefendi bana, beni buralara getiren şey 'inancım ve hobilerim' dediğinde bu tanımlayı fazlaca sıradan bulmuştum. Ben bu iki kavramın o insanın ateist olduğunu öğrendikten sonra değerini kavradım. Bahsettiği inanç din ya da buna benzer bir şey değildi. Hayatını belli kalıplara sokmak değildi onu hayatta başarıya götüren o an anladım orada ki inancın kendine olan inanç olduğunu...
Peki ya hobilerim! Nasıl yani hobi dediğin olay insan hayatında bu kadar önemli olabilir miydi? Bunun üzerine ilk düşünmeye başladığımda tek hobim oradan buradan topladığım peçeteleri karton kutunun tekine tıkıştırmaktı (!) Benim neden hobim yoktu? Hiçbir şeye ilgim mi yoktu, aslında hayatımda eksik olan şeyin özel olarak ilgilendiğim bir hobimin olmayışı mıydı? Bunu düşünmeye
başladıktan sonra yaptığım ilk iş butik kurabiye yapmaya başlamak ve Fransızca öğrenmek oldu...

Hayatımın bundan sonra renklenmeye başladığını söylesem inanın abartmış olmam :)

İnanç ve hobilerim yaşam standardımı yükseltmeye başlayınca Hayat Motivasyonu kavramını soktum hayatıma... Şimdi bunları çeşitlendirerek hayat motivasyonumu katlamaya devam ediyorum.
Bu konuda son destekçim de Engin Gürkey oldu... Geçen hafta kayıt olduğum Engin Gürkey Müzik Atölyesi'nde perküsyon çalmaya başladım. Kulağım, ruhum, beynim eğitilirken, deli gibi kahkaha atıp şahane insanlarla, şahane zaman geçiriyorum. Zamanla bunu kuruma yayarak stres yönetimi workshopları olarak hayatımıza dahil edeceğim.
















Lütfen etrafınıza biraz bakın sizinde Hayat Motivasyonunuzu arttıracak şahane olguların var olduğunu ve bunlara karşı olan yüksek yeteneğinizi görünce çok şaşıracak ve kendinize olan sevgi,saygı ve inancınız tavan yapacak.

Sevgiler :)

7 Temmuz 2011 Perşembe

İçimden Dökülenler

Blog blog söyle bana kim karışır burada benim yazdıklarıma?

Evet, kimse karışamaz burası benim blogum duyduğum, öğrendiğim,  hissettiğim her şeyi paylaşmaktan müthiş zevk aldığım canım blogum.

Bu akşam da düşündümde yazacak bir kaç konu var. İlki Kaynağım İnsan'da İpek Hanım'ın önerdiği kitaplardan biri hakkında, diğeri sadece saatler sonra kavuşacağım Bon Jovi hakkında diğeri de yanlış anlaşılmalar ve benim kahrolası sivri dilim yüzümden çok kırdığım bir çalışma arkadaşım hakkında...



Evet kitapla başlayayım, Ahmet Şerif İzgören'in İş Yaşamında 100 Kanguru kitabı... Sitedeki önerilerde adından mıdır nedir ilk dikkatimi çeken kitap bu oldu. Hemen dün akşam gittim Inkılap' tan satın aldım. (16TL) Eve gelir gelmez heyecanla okumaya başladım gözümden ilk yaş kitaba düştüğünde fark ettim ki 103. sayfadayım (duygusallıktan düşmedi o yaş gözüm sulanmış) :) nasıl oldu anlamadan su gibi akıp gitmiş ... Bugüne kadar okuduğum en iyi mesleki gelişim kitabı diyorum ve hiç çelişmeden diyorum bunu... Kitabın üzerinde ki dünyada ilk defa kitap iade garantisi yazısının nasıl ortaya çıktığını anlamak hiç zor değil... Yazım biter bitmez kendime bir fincan çay koyup balkonumda kitabın kalanını tamamlayacağım.



Gelelim Bon Jovi'ye... Düşündüm de ne kadar çok zamandır bekliyormuşum meğer ben onları. Çocukların bayram hazırlıkları gibi hazırlandım konsere... Kıyafetlerim,  terledikten sonra giyerim diye hırkam, biletler bin defa kontrol edildi, ekip hazır, her şey hazır. Hele bir de öncesinde Şebo dinlemek off katmerli keyif... Konser fotoğrafları ve yorumlar sanırım en erken pazar günü burada olur.




Gelelim kalbini kırdığım vatandaşa...  Hep diyorum kendime ' Bak kızım sen IK'cısın hedeflerin,yolun bu doğrultuda düşünmeden konuşma, yazma, paylaşma' ama gel gelelim bu aceleci yapım, sabırsız ruhum, ne dediğini bilmez dilim, haddini bilmez parmaklarım her yere dalar, hiç lafını esirgemez... :(
Üstelik hiç derste almaz hatalarından birde yetmez gibi üstüne gider olayların iyice alevlendirir mevzuyu...
Bilmeden mi, bilerek mi yaptım bilmiyorum amacım neydi onu hiç bilmiyorum ama Cuma günü çok sevdiğim birini epeyce kırmışım...  Bugün tüm gün beraber çalıştık ama çok sonra söyledi yüreğinden beni sildiğini... Üzüldüm, pişman da oldum ama sanırım artık çok geç. Kendimi affettirmek için ne yaparım bilmiyorum bu konuda elimden ne gelir... Ya da bunun için bir şey yapar mıyım onu da bilmiyorum. Çünkü bilirim ki yürekten silmek kolay değildir, silinince de yeniden o yürekte yer almak... Bizim de zamanında silmişliğimiz ve asla bir daha yüreğimize sokamayacağımız insanlar oldu. Bu durumu biliyorum ve de anlıyorum. Birinin yüreğinden silinmiş olmak üzücü elbet ama her hatanında bir bedeli var. Benimde sivri dilimin bedeli bu olsa gerek. Ben onun yüreğinde olmasam da olur ama, o benim onu çok sevdiğimi bilsin yeter...

Ps: Belki bu yazımı okur, belki bana hala arkadaşlığımız için yapacak birşeyler olduğuna dair bir işaret gönderir ne dersiniz? ;)

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Konsere Sayılı Günler Kala


Dayanamadım bu gece bir de video paylaşayım... 8 Temmuz'da ki konsere geri sayarken Bon Jovi'nin en en en sevdiğim şarkısı... Blog blog olalı 1 gecede bu kadar paylaşım görmedi. :)

Bu Akşam Her Telden Çalacağım Size

Uzunca bir süredir benim zihin bulanıktı malumunuz... Zaten tam olarak benim olduğuna emin olamadığım ilham perilerim hepten kapımdan eşiğimden geçmez oldulardı. Tamam yani kapıma gelmesinler ama pencereden bir kafalarını bile uzatmaz mı? Yok, uzatmadı neyse peridir ne yapsa yeridir dedik geçiştirdik. Gitmedim üzerlerine sıkmadım boğmadım perileri eee onlarda anladılar halden bu gece ansızın dönmeye başladılar tepemde... :)

Dediğim gibi bu gece her telden çalayım sizlere tuttuğum diğer blogla bu blog arasında bir karma yapıp bir kaç gün sonra 'allah seni kahretmesin bu nasıl yazı böyle' demeyeceğim! bir yazı yazayım... Yok yok hatta 2 yazı yazayım... Biri benden olsun diğeri hayata dair... Hadi bakalım ben yazayım birileri okusun

Çıldırttınız Beni!!!

Aslında bugün yine şapşal günlerimden birini yaşadım... Ne mi bu şapşallıklar? Buyrun anlatayım;

1-Çok sevgilili sevgilim bana haftasonu yanlış ilaç içirmiş hemde 4 tane ben bugün öğrendim !!!

2-Çok sevgili sevgilim beni en bırakıp gitmemesi gereken hafta Lübnan'a gitti!!!

3-Ve yine çok sevgili bir arkadaşım! peh aslında ne sevgili arkadaşı arkadaşım bile değilmiş aniden hayatımdan akıverdi!!! 


4-Evet ya okuyunca çok da önemli gözükmediler bana da... Ölmediğime göre ilaçta sıkıntı yokmuş, Lübnan dediğin ne ki 4 gün sonra burada, diğeri de 'amaaaan' :)

Bakın bakın asıl bomba burada pazar günü Bank Asya'nın Kalite Müdürü Adnan Bostancıoğluile olan eğitimi unuttum ve doğru tahmin ettiniz onu da bugün fark ettim...

Gördüğünüz gibi cici cici bir hafta sonunu geride bırakmışım :) Neyse önümüzdeki maçlara bakalım diyerek bu hafta sonunu hayatımdan siliyorum...

Pazartesinin gelişi pazardan belli olur diyerek izninizle bugünü de silmek istiyorum.... Sildim gitti bugün fena halde silme günümdeyim :)

Hadi Kitapların Tozunu Alalım

Hep diyorum yine derim IK bloggerı olma sebebim İpek Hanım'ın sitesinde son yazı, tatilde okunacak kitaplar hakkındaydı... Bu aralar bende normale göre daha çok okuyorum ve burada önereceğim yaz alternatifleri olabilir diye düşündüm...


Geçenlerde bir AVM' de kitaplar %40 indirimdeydi. Kendimi tutamadım. Saldırdım kitaplara bir kaçı bitti bir kaçı da kütüphanede beni bekliyor.


Bu kitapların arasında epeydir okumayı planlayıp da bir türlü alıp okumadığım Mümin Sekman'ın da bir kitabı vardı. Pazar günü yollarda gidip gelirken başlayıp bitirdim Her şey beyinde başlar isimli kitabı...
Adından anlaşılacağı gibi her şeyin önce beyinde başladığını anlatıyor. Sizler önce anne ve babanızın beyninde bir fikirdiniz diyor, inanmayın beynin sadece %10' unu kullanıyoruz palavralarına diyor. İnsan cep telefonu ile konuşurken bile beyninin tamamını kullanırmış. Asıl mesele beyni kullanmak değil nasıl kullandığımızmış. Sevdim kitabı aslında ben yazarın yalın ve eğlenceli dilini sevdim. Bugüne kadar okumamakla hata etmişim hemen diğer kitaplarını da alıp okuyacağım. Dediğim gibi yalın ve ince kitaplar, haftasonları ya da uykusuz geceler için şahane başla-bitir kitaplardan...


Şu ara elimde ki diğer kitap bir süredir elimde sürünen Buket Uzuner'in İstanbullu kitabının İngilizce çevirisi... Benim ingilizce ancak 233. sayfaya kadar bana eşlik etti. Ondan sonra elimde Iphone habire tranlate yapa yapa kitaptan birşey anlamamaya başladım bu durum da çok canımı sıktığı için, canım kitabın sonuna varamıyorum. Üstelik daha önce Türkçe'sini okuduğum bir kitap bu... Bu arada bu kitapda kesinlikle tavsiyemdir. Uzun yıllar önce teyzem sayesinde Bodrum'da uzun bir yaz tatilinde 'İki Yeşil Su Samuru' ile tanımıştım Buket Uzuner'i o zamandan beri severim. Hep zevkle okumuşumdur kitaplarını ve de bana hep o sarı sıcak yazı hatırlatır, güzel çocukluk yıllarımı...




Geçelim diğer kitaplara Aşkın Gözyaşları 1 ve 2....

Sinan Yağmur tarafından kaleme alınan aşkın gözyaşları 1'de Tebrizli Şems, aşkın gözyaşları 2'de ise Hz. Mevlana anlatılıyor. Bu iki kitap şimdilik ailenin diğer fertleri tarafından okunmakta, zaten henüz benim listemde sıraları gelmiş durumda değil... Ama bu yaz mutlaka okunacaklar arasında her ikiside...

Zaten ailemin bir tarafının Konya'lı olması beni çocukluğumdan bu yana Hz. Mevlana'ya yakın kılmıştır. Ama Şems ile asıl tanışmam Elif Şafak sayesinde olmuştur. Düşünüyorum da okuduğum en derin kitap 'Aşk' olsa gerek... Okumamak, sindire sindire okumamak ne büyük kayıp... Elif Şafak demişken bu ara elimden düşmüyor 'Kağıt Helva' başucu kitabım oldu her gece en az 4-5 paragraf okuyorum. Bu kadın ruhuma ilaç benim...







Ve bu gecenin son kitabı; Aslında bu kitap için biraz gecikmiş olabilirim... Paulo Coelho 'Elif'

'' Hilal ben; Türkçede, ayın ilk günlerinde aldığı yay biçimi demektir. Ülkemin bayrağında da vardı hilal.''


Bu kitabı da aldığımdan itibaren üç arkadaşım okudu bitirdi. Hepsi hemen başla oku, bir nefeste bitir dediler daha önceden Coelho romanları hakkında deneyimliyim. Şahane olduğuna zaten emindim, arkadaşlarımın konu ile ilgili fikirleri de beni destekledi...





Kitaplarla ilgili paylaşacaklarım bu gecelik bu kadar... Ama yukarıda yazarken Elif Şafak ve Aşk yine yüreğime değdi... Bu kitabı okumamış olan arkadaşlar için bir kaç maddeyi bu yazının altında paylaşmak istiyorum...



1 Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok, eğer, tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.




5. kural: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. Aman sakın kendini diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği:
Bırak kendini, ko gitsin; akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!





8. kural: Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar.  Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! istediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.











9. kural: Sabretmek, öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.

11. kural: Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir sen zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.

14. kural:Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?

25. kural : Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. İkisi de şu an da burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.

27. kural : Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır, şer çıkarsa sana gerisin geri şer yankılanır.
Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin herşey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse dünya değişir.

31. kural : Hakk’a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık, kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp… Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bunda ki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise ,ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.







36. kural :  Hileden,desiseden endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, sana zarar vermek istiyorsa, Allah da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. O’nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan !
37. kural :Allah kılı kırk yaracak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır; bir de ölmek zamanı.
38. kural : Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım ? Diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün.
Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa,yazık !
Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.
Ne kadar elemeye çalışsam da yine bir sürü maddeyi paylaşmak istedim... Belki henüz okumayanlar için bir ışık olur diye... Bu arada 14 ve 36 numaralı maddeler ne zor zamanlarımda nasıl güç oldular bana bir bilseniz...
Yüreğimdeki huzur hepinizin içine aksın şahane bir geceye yatıp şahane bir sabah uyanın... Bol kitaplı günler, geceler :)

3 Temmuz 2011 Pazar

''Kalp ve Güneş'' IK'dan Eser Yok :(


Yine yine yine biten bir haftasonunun ardından baka kalmış şaşkın Gülsün....

Hayat çok hızlı akıyor bu bir çok kişiden sık sık duyduğumuz bizimde hem fikir olduğumuz bir durum lakin şu haftasonlarının geçiş hızı benim her hafta yeniden ağzımı açık bırakıyor....

Bu haftasonu ne iki satır kitap okudum ne de konu ile ilgili tek bir haberle ilgilendim hatta gazetelerin pazar IK eklerini bile okuyamadım.

Bunu yazmaktan utanıyorum ama bu hafta sonu blogda güneş ve aşk molası vardı...

Herkese SEVGİLER....