29 Haziran 2011 Çarşamba

Şimdi Reklamlar

Evet hayatımızdan bir Çarşamba günü daha akıp gidiyor... Daha öncekilerden daha güzel daha kötü diye ayrılamayacak kadar sıradan bir gündü. Aslında bir gün içinde ne yaşanırsa o gün sıradanlıktan çıkar çok da bir fikrim yok. Olağanüstü hal, milli piyango, uzaylı dostlar, beyaz atlı prens? Bunlardan birisi belki de ancak bir günü sıradanlıkta kurtarır. Benim başıma henüz bunlardan hiç biri gelmedi :) hadi tamam tamam beyaz atlı prensle karşılaşmışımdır belki ;)

Neyse baktım ki benim günlerim sıradan bari başkalarının hayatlarını sıradan olmaktan kurtarabilmek adına okuduğum bir haberi paylaşayım sizlerle ;


Sıçra Bakalım Çekirge Senden Reklamcı Olur mu?


Geçtiğimiz pazar gazetenin IK ekinde görmüştüm bu haberi resmi, sloganı vs. hoşuma gitmişti. Ama kaç gündür resmi web sitesine girip incelemeye zamanım olmadı. Neyse bu akşam yine aniden aklıma gelince hemen girip bakayım dedim. Bakıp okuyunca da beğendim sizlere de anlatayım dedim.  Reklamcılık Vakfı / Vodafone Freezone Çaylak Kampı...
1-21 Temmuz 2011 tarihleri arasında gerçekleşecek kampa katılım %100 burslu gerçekleşecek. 
Güzel Sanatlar, İletişim Fakülteleri gibi bölümlerde okuyan 3. ve 4. sınıf öğrenciler, taze mezunlar, kariyerine bu doğrultunda yön vermek isteyen yetenekli çaylaklar katılabilecekler.  Vakfın daha önceki yarışmalarında başarı gösterenler; Çıtır Fikir, Genç Kırmızı ve Kırmızı Kalem Atölye birincileri, portfolyosu ile öne çıkanlara da kapısı açık.
Bu kamp, çaylakları konunun duayenleri ile bir araya getirirken, kariyer hakkında doğru atımlar atmaya, gezme, görme, eğlenme, neşeli, dinamik bir ortamda bulunma şansı kazandırıyor. 
Kamptan sonra, katılımcılar kariyer yönetiminde destek sağlayacak olan Coaching Programına dahil olacaklar.  Monster'ın katkılarıyla oluşturulacak on-line kariyer fuarına katılabilirler. Yetkinliklerinin ilgili yerlere ulaşması sağlanabilir.


Detaylı bilgi için /http://www.rv.org.tr




27 Haziran 2011 Pazartesi

Kaçış Planı

Bu aralar aklımda hep tatil deniz dinlenme ve hiç bir şey düşünmemek var. Uzaklara gitmek teknolojiden uzak durmak herkesi ardımda, İstanbul'da bırakmak ve mümkünse hiç kimse hakkında hiç bir haber almadan bir süre yaşamak var. Radyo, televizyon, telefon ne var ne yoksa hepsinden sıyrılmak, kaybolmak... Göz alabildiğince mavilere dalıp, derinlerde kaybolmak... Varsın öğrenmeyivereyim asgari ücrete gelen %5,1'lik zammı çok büyük kayıp olmasa gerek...

26 Haziran 2011 Pazar

Kısacık Bir Hayat Kısacık Bir Armağan


Epeydir boşladığım bloguma bir de melodi eklesem ve bu da benim en en sevdiğim şarkı olsa ve ben bu şarkıyı en sevdiğim, en çabuk kaybettiğim Eylül'e göndersem.... Çünkü bugün onun doğum günü o doğum günlerini 4 senedir cennette kutluyor... İyiki doğmuşsun Eylül, senin en sevdiğin şarkı sen gittiğinden bu yana benim en sevdiğim şarkı....

Sadece 'merhaba'

Garip bir haftayı geride bırakırkan garip bir yazı ile 1 hafta aradan sonra Merhabaaa....

Nedendir bilemiyorum ama bir haftadır aklıma bir tanecik kelime düşmedi ki ateşlesin beni bir yazı yazayım, en sıradan konu hakkında bile üç beş kelimeyi bir araya getirip okunası bir yazı çıkarmak pek de kolay iş değilmiş. Bazen diyorum kızım ne haddine senin yazı yazmak falan al işte durdu kafan yazamıyorsun hiç bir şey ama girdik bu yola öyle ya da böyle....




Yazamadım çünkü kafam karışıktı evet herkesin kafası zaman zaman karışabilir ama kafa karışıklığının en kötü halini yaşadım ben... Kafamın neden karışık olduğunu bilmeme hali :( Karışık işlere, zorlayan sınavlara, havalara hatta aşka yordum ama yok aslında hiç biri değildi. Her neyse işte kafam karıştı ama sanırım geçiyor ya da geçecek :)

Sıradan bir haftaydı geride kalan hafta... Ofis, ev, ders hepsi sıradandı... İşler yoğun değil ofis sakin... Ama sakinlik bana hep sıkıcı gelmiştir.

Sakin ofisten çıkar çıkmaz hayatıma maksimum hareket katmak için harekete geçiyorum. Cuma gecesi başlayan harekete az önce son verdim.

Sırf zihnim açılsın daha çok cümle kurayım diye birazcık hafta sonumdan bahsetmek istiyorum. Emin olun çok da sıkıcı değil :)

Cumartesi günü şahane bir Sarıyer gezisi, sahilde balık ekmek sonra Hacıosman metrosunu deneme ardından Asmalı Mescit, yağmurda çılgın gibi ıslanma sabaha karşı ördek kıvamında eve varış.

Pazar günü sakin kızarmış ekmek ve aşk kokan bir kahvaltı ardından dinlenme biraz alış veriş Starbucks'da kısacık bir mola ve yine eve varış. :)

Geride kalan hafta çalıştığım şirkete İnsan Kaynakları Müdürü arayışıyla geçti. İnsanın kendi kendine müdür araması da zor işmiş kimseleri beğenmiyor insan :) Baktık ki bu iş böyle olmayacak profesyonel destek alalım dedik bir sürü danışmanlık firması ile görüştük bir kaç danışman bizi ziyaret etti. Hemen hemen çoğu aynı şekilde çalışıyor. Bir çoğunun tercihi önce şirket profili, sosyal haklar ve ücret skalası hakkında detaylı bilgiler içeren bir tanıtım e-postası. Buna göre şekillenip, hazırlanıp görüşmeye gelmeyi tercih ediyorlar. İşe alım İnsan Kaynaklarının zirvesi gibi geliyor bana bunun için sanki sadece mesleki bilgi ve birikimi yetmiyor gibi başka şeyler lazım. Dolayısıyla danışmanlar bana mesleğin tepesindekiler gibi geliyorlar. Bu haftada bir kaç firma ile görüşüp karar verilir diye tahmin ediyorum.

Bu pazar Hürriyet IK çok güzel. Okumadıysanız bir göz atın derim. Ben bu haftaki sayıyı Starbucks'da kahve içerken okudum. En şapşal halimle sırıtarak okuduğum ilk haber ve okuyanlar bilir ki en sevimli haber Hasbro haberiydi.

Düşünsenize bir oyuncak firmasında çalıştığınızı ne neşeli, ne eğlenceli olsa gerek.... Yahu tamam farkındayım o da iş bizimki de iş ama olsun işinizin ana teması oyuncak.... Her şeye rağmen çok eğlenceli geliyor karşıdan bakınca... Ama işin asıl eğlenceli kısmı bu firmada Cuma günleri yarım gün çalışılması.

Neredeyse 8 yıldır bu böyle devam ediyormuş. Haftada 4 gün 1'er saat fazla mesai yaplıyor ve Cuma günü bizim öğle paydosu dediğimiz anda onlar Paydos! diyor. :)

Bir diğer güzel haber hemen Hasbro haberinin altında gözüme ilişti. LinkedIn Türkçe dil seçeneğini duyurdu şeklindeki haberde de 600.000 Türk üyenin olduğundan söz edilmiş. LinkeIn'de en çok üyesi olan ilk 3 şirkette Turkcell, Mynet ve Akbank'mış efendim...

Bahsetmeden edemeyeceğim bir diğer haber de Eski FBI ajanından beden dili dersleri;
Bu haberde hoşuma gitti okudum okumakla yetinmeyip not aldım :)
Yarın ofistekiler yandı elini arkaya bağladı, kaşını kaşıdı, gözünü okşadı bütün hareketler takibimde olacak :)

Haberler bu kadar işte, kapanan zihnimi açmak için gereksiz uzatmış olabilirim artık idare ediverin. Bir daha arayı bu kadar açmayacağım...

Sevgiler

20 Haziran 2011 Pazartesi

Asıl Sorun ?


Hepimiz bir şeyler istiyoruz. Devamlı beklentiler içindeyiz hep daha iyi daha da iyi çok iyi en iyi... Daha iyi yaşam şartları daha iyi iş daha çok kazanç vs.

Herkes birşeyler isterken bir çok kişi de ne istediğinden bi haber... Geçenlerde başıma gelen komik bir olay

Konuşmacı soruyor ;

-Hedefiniz ne?
-Kariyer yapmak.
-Kariyer ne demek?
-Hımm kariyer yaptığım iş, uzman olmak....


Biz ne olmak istediğimizi, hedeflerimizi, gücümüzü bilmiyoruz. Devamlı beklentiler içine giriyoruz ama özünde ne beklediğimizi bilmediğimiz için karşımıza çıkan şansları elimizin tersiyle itip duruyoruz.

Ne yapmak gerek bunun için... Sesli bir şekilde kişi kendine soru sormalı...

Ben Kimim?
Ne İstiyorum?
Nasıl Başaracağım?
Nelere İhtiyacım Var?

Soruları sorup en doğru en içe sinen cevapları verebildiğimiz zaman başarı geliyor.

Hani diyorlar ya Smart hedefler diye evet işte aynen öyle... Cesur sorular, dürüst cevaplar ve akılcı hedefler ;

Belirlilik                 Ne istediğinizi net bir şekilde tanımlayın


Ölçülebilirlik         Hedeflerinizi ölçülebilir göstergelere dayandırın.


Ulaşılabilirlik        Gerçekçi ve mümkün hedefler belirleyin.


Zamana Bağlılık  Hedeflerinize ne zaman ulaşmayı planlıyorsunuz. Net olun.

16 Haziran 2011 Perşembe

Benim Röportajım Geldi!


Bu akşam birşey yazmamayı planlarken yine buldum kendimi burada :)

Hani ünlü yazarlar söyler ya romanlarımı hep gece yarısından sonra, ay ışığının altında, ilham perilerim eşliğinde falan filan...

Bir kere benim ilham perim yok efendim varsa da henüz denk gelmedik kendisiyle... Benim bir balkonum, bir minderim, bir fincan kahvem bir de laptopum var gördüğünüz gibi her şeyim var azımsamak için yazmadım bunları :)

Bu akşam, aslında bu akşam değil bir süredir kafamda yazmayı planladığım bir kaç konu var ama bir türlü şu kafamı toparlayıp da yazamadım. İnnovasyon denen olaydan, Robert Kaplan'ın bir kitabından, ay tutulmasından, sonra CEO'ların izlediği dizilere kadar var da var ama bir türlü doğru cümleler yan yana gelemedi. Neyse getireceğim, haftasonu ne yapıp ne edip adam akıllı bir şeyler çıkaracağım.

Ama bugün aklıma başka bir fikir geldi! Ben diyorum şu gariban blogumda bir röportaj yapsam şöyle afilli bir IK'cı ile... Güzel güzel sorular çıkarsam en merak edilenlerden, sonra Ayşe Arman edasıyla otursam karşısına elimde ses kayıt cihazım falan sonra da blogumda yayınlasam hem çok faydalı, hem çok eğlenceli, hem de çok havalı olur : ) 1 - 2 de fotoğraf çektirdim mi tamamdır işte...

İş ki bu afilli IK'cıyı bulmak aklımda bir kaç isim var ama nasıl gidip de teklif edilir ki;

 'Merhaba ben Gülsün, hepi topu 1 aylık bir blogum var ve sizinle röportaj yapıp yayınlamak istiyorum'

Muhtemelen deli derler bana desinler ne çıkar blogum uğruna deli olmuşum çok mu?

Yarından tezi yok aklımda ki insanlara en cici, en sempatik halimle mail atıp bu ricamı aktaracağım. Sanırım en geç 1 ay içinde de o röportajı burada yayınlayacağım... Fazla mı iddialı oldu ne: )

15 Haziran 2011 Çarşamba

Kavganın Bile Bir Adabı Var... :)

Hep heyecan verir başlangıçlar... Yeni olan her şey peşine yeni umutları sürgün eder. Yeni bir ev, yeni araba, yeni sevgili :) ve tabiki yeni iş...

İş görüşmesine giderken en sevimli, en sempatik, en bilge halimize bürünür suratımızın ortasına kocaman bir gülümseme yerleştirir otururuz yöneticinin karşısına... Anlatılır, konuşulur, dinlenir iki tarafında kafasında net olmasa da menfi müspet bir fikir belirir. Aday heyecanını kenara attıktan sonra daha bir çözülür, konuşur, anlatır ,soru sorar. Sonra sessiz bir bekleme süresi ve ardından o beklenen telefon gelir yaşasınnn!!! kabul edildiniz... 

İş başı yaptığınız ilk sabah hala kalbiniz normalden biraz daha hızlı çarpmaktadır. Heyecan, mutluluk, çekingenlik ve umut, taptaze yepyeni umutlar. Bu sefer başka olacak cümlesi kafanızda dans eder durur. İlk kahvenizi ısmarlar çalışma arkadaşınız o kişi muhtemelen şirkette ki en iyi arkadaşınız olacaktır. Kahveler içilirken şirket hakkında bilgiler verilir sıradan bilgiler bunlar öğle yemeği saatleri, sigaranın nerede içildiği,  lavabonun nerede olduğu gibi bilgiler olur genellikle : )

İlk hafta böyle orada burada geçtikten sonra işler üzerinize yığılmaya başlar, hepten alışırsınız o çatının altında olmaya herkesle çoktan kaynaşmış hatta içlerinden bazılarını elemişsinizdir bile...

Çoğumuz olabilecek en iyi işi bulup kazanabileceğimiz en çok parayı kazanacağımız bir şirket bulup orada uzun yıllar çalışmayı hedefleriz. Ben mesela sondan bir önceki iş yerimden emekli olacağımı zannerderdim :) Ama 3,5 yıl çalıştıktan sonra ayırdım yolumu oradan... Sizden iyi olmasınlar iyi insanlardı, güvenilir güçlü yöneticilerdi falan ama laf aramızda iyiki ayırmışım ;)

Başlangıçlar güzel ama bence sonlar da güzel hem son olmasa başlangıç nasıl olacak ki?

Her son yepyeni bir başlangıç, sonları sevmeyenin başlangıçları olamaz ki... Ben bir kaç sonu bile isteye ellerimle yazmışımdır kendime... Mesela şu 3,5 yıl çalıştığım şirket sonunu ellerimle planlayarak yazdım benim bir sona değil yeni bir başlangıça ihtiyacım vardı çünkü.

En son çok yakınımda başıma gelen bir olay insanların bu durumun farkında olmadığını gösterdi bana...


Sonlardan korkan insanlar, başlangıçlara cesareti olmayan insanlar. 

Hani yazının başında dedim ya işe giriş yepyeni umutlar, hep gülen yüzler, şirin şirin iyilik meleği gibi ortada gezinen hanımlar beyler...

Diyelim ki olmadı anlaşamadınız, yöneticiniz bir kaç görüşmeden sonra sizinle yollarını ayırmak istediğini söyledi... İşte o anda oluyor ne oluyorsa o cici bici insanın içinden garip adı konulmamış bir yaratık fırlıyor. Ağzından çıkanı kulağı duymuyor, gözlerinden kin nefret akıyor. O güleryüz, o iyilik meleği bir anda canavara dönüşüyor. Bir saat önce karşısında önünü iliklediği insan bir anda tü kaka oluyor. Çalışma arkadaşlarını düşman gibi görüyor gider ayak yanında birilerini sürüklemek için uğraşıyor çabalıyor onu da beceremiyor hepten batıyor. Tepindikçe dibe çöküyor... çöküyor...

Hayat şartlarımı, yoksa ayrıldığım hiç bir yerle kötü olmaya cesaretim mi yok, yoksa bu bir yetiştirilme tarzı mıdır bilmem ama bütün şirketlerimden öpüşüp sarılarak ayrılmışımdır. Hala ararız sorarız, hala başımız sıkışsa birbirimize koşarız. Sorarsanız bunun bir zararını gördün mü diye dünya kadar faydasını gördüm. Hem yöneticilerim hem çalışma arkadaşlarım hep iyi referans olmuşlardır. Hala mesleki bir konuda sıkıştığım zaman eski şefimi, yöneticimi ararım. Mevcut işimden mesai bitiminde çıkar eski ofisime iş yetiştirmeye giderim. 

Biz her şeyden önce insanız. Muhasebeci olmaktan, doktor olmaktan, müdür olmaktan, çaycı olmaktan hepsinden önce birer yüreği olan insanlarız. Çok zor olmasa gerek sonlarda da başlangıçlarda olduğu gibi pozitif olmayı başarmak. Üzülürüz elbet her şeyden önce alışkanlıklar var ama dediğim gibi kavganın bile bir adabı var... 

Hele ki biz İnsan Kaynakları çalışanlarının işten ayrılırken bile çalışanlara örnek olması gerek diye düşünüyorum ve bu yazımı ilgiliye en derin sevgi ve saygılarımla sunuyorum...





14 Haziran 2011 Salı

Dedikodu Dedikodu Kuru İftira



Ne demiş? Hadi canım atıyosuuuunnn!!!  Aaaa bu da hepten şaşırdı kendini… Ne gerçekten miii? Sen kimden duydun?  İnanmıyorummmmmmm!!! : )

Hadi bir düşünelim bugüne kadar ne çok duyduk yukarıda ki cümleleri hatta ne çok sarf ettik...

Hepimiz çalıştığı şirketlerde türlü türlü iletişim yöntemlerinden faydalanmaktayız. Mailler, intranet, toplantılar vs. vs. vs.

Peki biliyor musun iletişimin %70' ini dedikodu sağlıyor.

Şirket ne durumda, transferler, işten çıkışlar, kim kimle atışmış, kim kimle berabermiş bunların hepsi hakkında en doğru bilgiyi kapı önünde sigara sohbetlerinde öğrenebilirsiniz. İnsan Kaynakları çalışanları olarak düşündüm de çalışanlar hakkında bilgi edinmek için bu dedikodulara biraz kulak kabartmak da fayda var. Çalışanların şirket hakkında ki fikirleri, pozisyonları hakkında ki endişeleri ve buna benzer bir çok durum hakkında en doğru bilgi bu kapı önü muhabbetlerinde benden söylemesi... : )


12 Haziran 2011 Pazar

Önce Güzel Bir Haber Sonra Benden Kısa Kısa


Bu pazar sabahı niyetim 11'e kadar uyumaktı ama ne mümkün zaten sabaha karşı yatağa girmiştim ama saat 08:30 sularında minik bir canavarın üzerime atlamasıyla uyandım. 'Gülsün bilgisayarını ver kol ameliyatı yapacağım' diyen minik, cin cin gözümün içine bakan bir fındık kurdu :) Yahu sen ne zaman uyandın, ne zaman topladın bu enerjiyi hem ne ameliyatı ne diyorsun Mehmet Ali? Meğerse internette doktor oyunları varmış girip zavallı bir adamın her yerini kesip biçiyorlar. Kafam bir ton ağırlığında kalkıp bilgisayarı verdikten sonra tekrar girdim yatağa ama ne çare ki uykum kaçmıştı çoktan. O anda biraz saçmaladım geçenlerde mimar olmasını istediğim yeğenim acaba cerrah mı olsun diye düşünürken buldum kendimi güldüm geçtim sonra : )
Neyse kapıdan gazeteyi aldım çayı demledim en sessiz halimle ve her pazar yaptığım ilk işlerden biri olarak önce gazetenin IK ekini aldım elime. Genelde önce şöyle bir tararım sonra satır satır okurum. Daha göz gezdirirken şahane bir haber ilişti gözüme. İşte sizinle paylaşmak istediğim güzel haber budur efendim ;

                   

                                 Ellerinin Hamuruyla 45 Öğrenciye Burs Veriyorlar...

Ankara'nın Çubuk ilçesinde değişik yaşlarda ev kadınları toplanıp gözleme, bazlama, baklava açıp satıyorlar kazançlarıyla da ihtiyaç sahibi gençlere burs veriyorlar. 67 yaşında ki Sabiha Teyze 39 yaşında ki Fadik Abla ve diğerleri haftada 2 gün bir araya gelip Çubuk'ta kiraladıkları gecekonduda bu işi icra ediyorlar. Üniversite öğrencilerine 100 TL lise öğrencilerine ise 50 TL burs veriyolar. Çoğu aynı şeyi söylüor biz okuyamadık bari birilerinin okumasına destek olalım.  Peki nasıl bir araya gelmişler, bu fikir nasıl doğmuş? Çubuk Eğitim Gönüllüleri Derneği Başkanı Hatice Erkan şöyle anlatmış ; Önce birkaç arkadaşla birlikte bir yakınımızın çocuğuna yardım etmek için aramızda para topladık. Sonra da gözleme yapıp satma fikri ortaya çıktı. Gözleme işi kısa sürede duyulup, tutmuş işin ucunda hayır işi olması müşteri sayısını artırmış. Kendilerince destek olmak isteyen esnaf malzeme desteği yapmış vs derken alın işte size 45 öğrenciye burs verir hale gelmişler. Eminim ki o yaptıkları işten kazandıkları paraya kendilerinin de ihtiyacı vardır. Ama bu harika kadınlar kazandıkları parayı böylesine hayırlı bir iş kullanıyorlar. Düşününce herkes için bir başkasına faydalı olma yolu var aslında... 67 yaşında ki teyze hamur açarak birilerine faydalı oluyorsa eminim bizlerinde bizde olup başkasında olmayan birşeyi onunla paylaşacak gücü vardır. Ne dersiniz düşünmeye değmez mi elimizdeki gücü bir başkasınıda güçlü kılmak için kullanmaya değmez mi... 

Kaynak: Hürriyet IK



Benden Kısa Kısa

.... yine şahane bir haftasonun sonuna geldik. Benim için şahane bir haftasonuydu umarım sizin içinde öyle olmuştur. Benim haftasonlarım diğer günlerimden daha yoğun geçer hep, cumartesi sabahı mesleki bir eğitimle başladı, az önce sakin huzurlu evimde son buldu. Cumartesi sabahı Eczacıbaşı Grup İpek Kağıt'tan 1 Mayıs 2011 tarihinde emekli olan IK Müdürü Azmi Bey'i dinledim. Yaklaşık 4 saatlik çok güzel bir konuşmaydı tatlı tatlı birşeyler öğretirken bize, kendimi 40 yıllık arkadaşımı dinler gibi rahat hissettim.  Salondan ayrıldıktan sonra Performans Değerlendirme ile ilgili epey fikir sahibi olduğumu fark ettim. Yeni emekli olmuş 35 yıl deneyimli Azmi Bey'in peşini kolay kolay bırakacağımı sanmıyorum, cep telefonunu ve mailini verdiğine pişman etmem umarım :) Konuşma sonrası ufakta bir teste soktu bizi çalıştığımız şirketlerin hedeflerinden bahsettiğimiz bir yazı yazdırıp bunu diğer katılımcılarla paylaşmamızı istedi bizden. Kısacası güzel, keyifli ama hepsinden önemlisi geliştiren bir konuşmaydı tekrar teşekkür ediyorum kendisine. Bu konuşmanın ardından adım adım ilerleyen trafite bir tane bile boş taksi bulamamanın verdiği şaşkınlıkla yağmurla müthiş bir savaşa girdim. Saçak altı,tente vs derken kirpiklerime kadar ıslanarak Fransa Konsolosluğunun kapısından girdim. O kapıdan girince dinlendim, rahatladım... önce ki hayatımda kesin bir Fransızdım ben :)
Hepsi bitti akşam oldu. Gün içerisinde fırsat bulduğum her an Aykut Oğut'un Evrenden Torpilim Var kitabını tırtıkladım... Aslında bildiğimiz klasik 'evrenden ne istersen onu verir' kitabı ama yazar konuşur gibi yazmış kitabı ben böyle kitapları daha çok seviyorum hatta bu tarz yazarları örnek alıyorum. Konuşur gibi yazmaya çalışıyorum daha doğrusu kitap gibi yazmamaya çalışıyorum. Öyle böyle derken bir çırpıda yuttum kitabı... Eeee dersler Taksim'de ev de Beylikdüzü'nde olunca kitap bitiyor yol bitmiyor. Kitapta, enerjiyi doğru kullanmaktan bahsediyordu. Dünden beri kendime küçük testler yapıyorum. Alt benliğim, ağzımdan çıkanlar ve enerji bu üçlüyü aynı fikirde birleştirmeye çalışıyorum. Kısaca istediğim şeyi tüm benliğimle istiyorum. Bakmayın böyle yazdığıma bu sanıldığı kadar kolay birşey değil ciddi anlamda üzerinde çalışmak gerekiyor. Bende çalıştım dediğim gibi 3 5 test yaptım. Veee evet o telefon geldi, o haber alındı :) Demek ki testleri başarıyla geçtim. Bu konu burada bitmez daha çok üzerine düşme kararı aldım. Doğru istekler, doğru isteme şekli ve doğru enerji...
Bu arada ne zamandır planladığım ama hayata geçiremediğim bir olayda yogaydı... Bunun kararını da verdik dün, artık benimde bir Yoga Eğitmenim var... Sanem Hanım 38 yaşında neredeyse hayatını bu işe adamış bir yoga eğitmeni, benim eğitmenim! Bakalım birkaç ders sonra deneyimlerimi yine burada paylaşacağım.
Pazar günü hakkında yazacak pek birşey yok bildiğiniz üzere doğru enerji ile o telefonu çaldırdım artık pazar günümün nasıl geçtiğini daha kolay tahmin edersiniz ;)

Hepimiz için muhteşem bir hafta başlasın işler çabucak hallolsun, kimse kalbinizi kırmasın, siz kimsenin kalbini kırmayın, enerjiniz hep doğru yönlere aksın ve o telefonlar hep tam istediğiniz zamanda çalsın : )

İyi Haftalar

Bonne Semaine 


10 Haziran 2011 Cuma

İğrenç Adamlarla Kısa Görüşmeler



Başlık, bu gece başlamayı planladığım dün İnkılap'tan aldığım yeni kitabımın adı...
David Foster' dan okuyacağım ilk kitap önce yazar hakkında bilgi edindim sonra okuyanların kitap hakkında ki fikirlerine kısaca göz attım hemen başlamak için heyecanlanıyorum.
David Foster ilk romanı 24 yaşında yayınlanmış Amerika'lı bir yazar. Broom of the System ilk romanıdır.
Devamlı depresif olduğu ve ilaçlarla ayakta durduğu söylenen Foster 2008 yılında Kaliforniya'da ki evinde kendini asarak intihar etmiş...
Kitap hakkında arka kapakta yazılanlar ise şöyle ;
''Şahane bir kitap... David Foster Wallace, çağımızın en iddialı ve yetenekli yazarlarından biri''

''Arızalı ve muhteşem bir zihin eşliğinde müthiş bir gezinti''

''Wallace bir dahi''

İnsan olmanın ve dünyaya atılmışlığın lanetini bayrak gibi taşıyan sözün bittiği yerde başlayan bir kitap. Neye inanacağınızı siz seçersiniz diyen dev bir yazardan birbirine bağlı anlatılar ve farkındalıkla örülü bangır bangır bir metin.

''Dünyanın çamurunda gizlenmeyi sürdürecek misiniz?''
Kararınızı verin.

BÖ-BS


Bugün değişik bir farkındalık günü yaşıyorum. Ben bir süredir daha önce farkında olmadığım şeylerin fakına varır oldum. Öyle ki bunun farkında olduğumun farkına varmış olmam bile bunun bir göstergesi değil mi aslında… : )
Bir süredir daha dolu yaşadığımı hissediyorum.  Daha doluyum ruhum, beynim, kalbim hep meşgul zihnimde boşluk yok beynim tüm bakımlardan geçmiş tıkır tıkır çalışan bir makine gibi adeta…
Detaylar gözümden kaçmıyor,  dikkatim tavan yaptı, cümlelerim daha bir sağlam daha bir net bakışlarım parlıyor sanki. Bunları sadece ben fark etmiyorum üstelik çevremden de işitiyorum bu sözleri ‘sen parlıyorsun’ bu aralar diyorlar. Evet  bu his bende de var ama sebebi ne bulamıyorum.Bir süredir bunu düşünürken dün gece ZINK diye aklıma geldi bende ki bu fark aslında BÖ-BS farkı J
Nedir Allah aşkına bu BöBs?
Açıklıyorum,
BÖ-Blog Öncesi
BS-Blog Sonrası
:)
Benim hayatım artık böyle bir ayrıma uğradı benim miladım blogum buna artık çok eminim…
Ben yazı yazmaya başladığımdan beri gözlerim dört açık geziyorum sokaklarda,  her şeyi gözlemliyorum, değişik mekanlara girip çıkıyorum, değişik tatlara bakıyorum ve de en en önemlisi devamlı araştırıyorum,okuyorum,okuyorum. Okudukça daha ne kadar az şey bildiğimi fark edip daha çok okumam gerek diye düşünüp, daha çok daha çok… Okumam gereken ne kadar çok kitap, edinmem gereken ne kadar çok bilgi. Sonu olmayan bir yoldayım sanki öğrenmenin sonu yok.
Bazen düşünüyorum öyle bir sorumluluk yüklemişim ki kendime bu blogu açarak hep aklımda, devamlı yeni bir şeyler bulup paylaşmalıyım düşüncesi kafamda bu da hep yeni bilgiler edinmeye sevk ediyor beni. Ucu bucağı olmayan bir dehliz her yanı yeni ve keşfedilmeyi bekleyen bilgiler öğrenmeli ve paylaşmalıyım duygusu bütün benliğimi sarmış durumda… Bazen diyorum aman sanki kim okuyor ki, bu kadar telaş kim için, ne için? Sonra da diyorum bir kişi bile okusa tamamdır bana yeter.
Boş geçen zamanım kalmadı adeta, bugün bir arkadaşım senin galiba çok vaktin var çok sardın bu bloga dediği zaman düşündüm de çok mu zamanım var diye aslında yok yani eskiden yoktu ama artık var ben bu iş için zaman yarattığımı fark ettim. Eskiden 7 saat uyurken artık 4 saat uyuyorum. Eskiden bir kitabı bir haftada bitirirken şimdi 3 günde bitiriyorum. Zihnimin açıldığını, berraklaştığını hissediyorum. Daha cesurum eskiye göre bir düşünsenize sadece bana ait fikirleri ortalık yere bırakıyorum kim okur kim görür düşüncesinden sıyrılıp düşüncelerimi savuruyorum.
Kim ne derse desin ruhumu, fikrimi özgür bırakma şansı verdi bu blog bana işte bu sebeple yaşasın BS : )
Bu yazının amacı neydi ki şimdi ne diye yazdım? Ben bu yazıyı bloguma yazdım. Bana ruhumu, beynimi özgür bırakma imkanı veren bloguma yazdım ona hediye ettim hatta teşekkür ettim.
Haddimi aşarak bir de tavsiyede bulunayım size açın kendinize bir blog özgürce yazın kim okur kim okumaz diye düşünmeden savurun kafanızın içindekileri özgür bırakın sözcüklerinizi alsın götürsün sizi bilmediğiniz zihinlere…

9 Haziran 2011 Perşembe

Ihlamur Kokan Bir Akşam

Bu akşam bloguma bir melodi ekler sonra atarım kendimi sokaklara ıhlamur kokulu bahçemden çıkar müziğin, kalabalığın, dost sohbetinin ortasına dalarım...
Yanlış anlaşılmasın bu da bir nevi mesleki gelişim işimiz İnsan ise şayet insan içinde olmak gerek... : )

Bu akşamın müziğinde Google'dan esinlendim evet kabul ediyorum esinlendim ama sadece o kadar :)



Gecikmiş Bir Yazı…


Ne zamandır yeterince ilgilenemedim blogumla… Havalardan mı, yoğunluktan mı, bir süredir biraz keyifsizim ondan mı acaba diye düşünürken bir baktım İpek Hanım bloguma girip yazıma yorum yapmış üstüne bir de sitemde blogunu tanıtacağım demiş… Aman Allahım!!! O anda dedim ki Gülsün, senin havadan sudan eften püften etkilenip de bu blogu ihmal etme hakkın yok. En önemli önceliklerinden biri olmalı bu blog hep üretmeli hep yazmalısın… Daha takibe değer bir hale getirmek için çalışmalı, okumalı, gelişmeli, üretmeli, yazmalıyım… Evet çok iyi yazamasam da yazdıkça daha iyi olacağım inancıyla bir süre daha bu yazılara katlanmalıyız… : )

Ne zamandır paylaşmak istediğim konu geçen cumartesi katıldığım eğitim… Birkaç önce ki yazımda üstün körü de olsa değindim ama paylaşmak istediğim detaylar var…
Hadi bakalım buyurun 4 Haziran’da ki Eğitimime ;
Eğitimin ilk yarısında Ali Can Sodan’ı dinledik. Dupduru, tertemiz insanı düşündüren ince ince kafa karıştıran bir konuşma. Ben kimim, neyim, ne istiyorum, ne istemiyorum, hayallerim ne, gerçeklerim ne, ne olmalı,ne olmamalı, kariyer ne, benim kariyer hedefim ne, peki bu hedefin neresindeyim, hayatımı ne kadar etkiliyor bu hedefler, ne kadar etkilemeli peki, neden, neden, neden… Bir anda şunu fark ettim ‘yahu benim hayatımla ilgili ne kadar çok belirsizlik varmış’. Ben daha ne istediğimi bilmiyorum işin kötü yanı şu ki ben bunu bilmediğimin farkında bile değilim. Ben kendime hiç soru sormamışım başkaları hakkında merak edip tırtıkladığım ‘o ne, bu ne, sen kimsin, ismin ne, cismin ne’ sorularını neden bir kere de kendime sormamışım hiç mi merak etmemişim kendimi,  kendimin farkında olsaydım belki de her şey bambaşka olur muydu?
 Ve ben o günden beri kendime durmadan soru soruyorum. Kimi cevapsız kalıyor dönüp tekrar soruyorum.  Bu yaşımdan sonra kendimi tanımaya başlıyorum, hayatımın şekillendiğini hissediyorum. Eksiklikler,  fazlalıklar ortaya çıkıyor. Fazlalar çıkıyor yenilere yer açılıyor, kimliğimi, adımı, kişiliğimi keşfediyorum. Hayallerimi yeniden keşfediyorum, gerçeklerimi yeniden sorguluyorum. Ve Ali Can Bey’in dediğini yapıyorum ‘Hayal Balonumu Gerçek Sepetime Bağlıyorum’ Hayallerim gerçeklerimi özgürlüklere uçuruyor.  Ben soru sormayı öğreniyorum ve ilk sorularımı kendime soruyorum. Ben Kimim? Umarım bu yazım birkaç kişiye ulaşır ve onlarda kendilerine sorar BEN KİMİM? NEDEN? NEDEN? NEDEN?
Eğitimin ikinci yarısında Turkcell-Superonline Grup’tan Derya Ayyıldız’ı dinleme şansımız oldu. İnsana huzur ve güç veren bir kadın profili… Hani vardır ya bazı insanlar o konuşsun ben dinleyeyim dersiniz işte kendisi bu tanıma girenlerden. Derya Hanım anlatsın biz dinleyelim. O’ da bizimle şahane bir yetenek yönetimi sunumu paylaştı firma içinden fiili örneklerle zenginleştirdiği sunumun sonunda içimden tek geçen birgün mutlaka bunları yapmalıyım oldu. Birgün bunları hayata geçirmeliyim öğrendiklerime kendimden bir şeyler katmalıyım ve hayata geçirmeliyim.  Derya Hanım eğitimin sonunda sunumunu bizlerle paylaştı. Bir iki gün sonra baştan sona okudum sunumu tekrar teşekkür ettim bu kıymetli kaynak için kendisine…
İşte böyle… Aklımda olanları paylaşmak istedim sizlerle bu cumartesi dahil olduğum kurumda son eğitimimi alacağım. Eminim yine çok kıymetli yöneticiler bizlere yine çok kıymetli bilgi ve deneyimlerini aktaracak, bende tabi sizlerle paylaşacağım.
Bugün bir de kitap önerisinde bulunacağım size ben okudum çok beğendim belki sizlerde beğenirsiniz. Bu aralar iki kitap okumaya başladım biri mesleki gelişim diğeri roman hikaye vb türde oluyor. Eskiden öğrencilik zamanımda yapardım bunu hep iki kitap okurdum biri otobüs kitabım diğeri ev kitabım olurdu. Bugün içinde Hakan Günday’ın Az isimli kitabından bahsedeceğim yazımda sizlere görüşene kadar sevgiler, saygılar : )

6 Haziran 2011 Pazartesi

Yazıyooooor Yazıyoooor 'Kaynağım İnsan Haber' Açıldı!!!

Bizim konumuzla ilgilenip de İpek Aral Kişioğlu'nu tanımayan yoktur herhalde eee kendisini bilen tabiki ödüllü sitesi vazgeçilmezim http://www.kaynagiminsan.com/ dan da haberdardır elbette.
İşte bu sitenin artık bir de haber portalı var Ik ile ilgili güncel haberler bilgiler burada benden söylemesi efendim okuyun izleyin takip edin...

5 Haziran 2011 Pazar

Bu Yazının Adı Olsa Olsa HUZUR Olur

Bu haftasonu blogumla pek ilgilenemedim. Aslında yazacak ne kadar çok şey vardı. Cumartesi günü dahil olduğum güzel bir eğitim, şahane tecrübelerini bizlerle paylaşan iki kıymetli konuşmacı BP'nin 21 yıllık IK müdürü ile oynadığım kısa skeç, akşam eski bir dostla şahane bir akşam yemeği etraftaki insanlar gözlemlerim vs derken dolu dolu anlatacak bir sürü olayın olduğu cici bici şahane bir haftasonu işte...  11 Haziran'da sona erecek eğitimin şimdiden üzüntüsü sardı beni... Bu hafta ki eğitime şirketten bir arkadaşımı da götürdüm misafir katılımcı olarak geldi benimle beraber arada bir baktım suratına halinden memnun gibi gözüküyordu biz adam IK'cı olsun diye uğraşırken gelecek hedefinde pazarlama-satış yapmak istediğini söyledi vatandaş ya neyse o konu ile pek ilgilenmedim :)
Eğitimde neler konuştuk neler yaptık kimlerle tanıştık tüm bu detayları yarın uzun uzun yazacağım hayal balonu neymiş gerçek sepeti neymiş falan hepsini bir bir yazarken bir yandan aslında eğitimde dinlediklerimi tekrar etmiş olacağım. Bu arada yarın sabah blogger olma sebebim İpek Aral Kişioğlu'na da mail atıp çok aklıma takılan bir konuda fikrini soracağım cevabı gelince hem soruyu hem cevabı yine burada paylaşacağım. Şimdilik bir pazar gecesi şarkısını sizinle paylaşıp eski şirketimde ki mali işler direktörüm Faruk Çoşar'ın hediye ettiği 'Son Şeyler Ülkesinde' (Paul Auster) kitabımı okuyup huzur içinde sızmayı planlıyorum. Size yazmama engel olan muhteşem haftasonuma veda edip yine muhteşem bir pazartesiye günaydın demek istiyorum. Sevgilerimle ;

                                                              İşte Gecenin Şarkısı 

                            http://www.youtube.com/watch?v=ONXp-vpE9eU

2 Haziran 2011 Perşembe

İş hayatı üç bilinmeyenli denkleme döndü… x,y,z


Bir süredir dillerden düşmüyor bu kavramlar x kuşağı y kuşağı hatta yavaş yavaş z kuşağını da duymaya başladık. İş görüşmelerinden tutun da eğitimlere kadar her yerde kuşak kuşak kuşak…
Nedir bu kuşaklar zaman neleri değiştirmiş bir Y kuşağı olarak neymiş bizim özelliklerimizi neymiş iş hayatından beklentilerimizi X kuşağına yetip de bize yetmeyen neymiş… Y kuşağı zaten 1980-2000 yılları arasını kapsarken ne ara türemiş bu Z kuşağı…  Çekilelim yoldam Z kuşağı geliyor hadi bakalım şu kuşaklar neymiş ne değilmiş bir göz atalım. Önce doğum yılım gereği dahil olduğum Y kuşağından başlayayım dedim ;
Dediğimiz gibi 1980-2000 yılları arası doğmuş olmak Y kuşağına dahil olmak için birincil şartımız efendim, çok kanallı televizyon ve internet çocuklarıyız, sabırsızız, yokluk duygumuz yok, sanal görüşmeleri yüzyüze görüşmelere tercih ediyoruz, iş değiştirmekten korkmuyoruz X kuşağı gibi aynı fabrikada 40 yıl çalışma hedeflerimiz yok, hemencecik yönetici olmak istiyoruz, aile ilişkilerine önem veriyoruz evden işleri yürütme taraftarıyız bir çoğumuz, yaratıcılığa uygun ortamları tercih ediyoruz, hızlı karar veriyoruz ve bir çoğumuzun işsiz kalma gibi bir korkusu yok mezun olur olmaz en geç 6 ay içinde iş bulabileceğimizi düşünüyoruz. Kendine güvenen bir kuşağız gibi duruyor şu tariflere bakılınca…
CISCO’nun Amerika’da ‘55 Bin Tüketici’ Üzerindeki Araştırması Y Kuşağı için neler diyor bakalım ;
  • Yüzde 50’sinden fazlası bir web kamerasına sahip.
  • Yüzde 20’si YouTube’u günde birkaç kere ziyaret ediyor.
  • Yüzde 97’si mobil telefon kullanıyor
  • Yaklaşık yüzde 40’ı bir finansal danışmanla video aracılığıyla görüşmeye sıcak bakıyor.
  • Bir veya iki önceki neslin mensuplarına kıyasla finansal konularda blog ya da forumlarda dört kat daha fazla görüş belirtiyor.
  • Yüzde 40’ı web tabanlı kişisel finansal yönetim (PFM) araçları kullanıyor.
  • Yüzde 33’ten fazlası, bankaları profesyonel danışmanlık hizmetleri konusunda öncelikli kanalları olarak görüyor
  • Yüzde 85’i mevcut finansal servis sağlayıcılarından orta ve yüksek derecede memnun.
  • Üçte birinden fazlası finansal konularda desteğe ihtiyaç duyuyor.
  • Bir veya iki önceki neslin mensuplarına kıyasla finansal konularda arkadaş ve aile tavsiyelerine üç kat daha fazla değer veriyor.
Peki Türkiye’de durum ne TUİK araştırmalarına bakalım bir de ;
  • Genç nüfusu fazla olan Türkiye’de, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 20-24 yaş arasında ortalama 7 milyon kişi var.
  • Bunların yaklaşık 2 milyon 300 bini ise çalışıyor.
  • Üniversite öğrencileri çıkarıldığında ise 3 milyonu aşan bir işgücü potansiyeli var.
  • Bu potansiyel içinde 650 bin kişi ise iş aradığı halde bulamıyor ve işsiz kategorisinde yer alıyor.


Ama benim asıl merak ettiğim şu  Z kuşağı 2003 sonrası doğmuş bu yavrucaklardan ne bekleniyor iş hayatında… Evet bakalım çılgın Z kuşağına, bu konunun ekstradan ilgimi çekmesinin sebebi aslında çok net evimde ki 8 yaşında ki minik velet! Evet evet şöyle bir bakıyorumda cidden ÇEKİLİN YOLDAN   Z KUŞAĞI GELİYOR…..  : )
İnternette gezinirken rastladığım bir haber bu kuşak hakkında epey fikir veriyor aslında bize İngiltere’de 3 yaşında ki minik Jack annesinin Ebay şifresinin açık olmasını fırsat bilip 26 bin TL karşılığında bir arabayı satın alıvermiş. Annesi oğlunun bilgisayar kullandığını ama bir araba satın alacağı aklıma bile gelmezdi demiş neyse ki Jack’in babası ilgililerle görüşerek olayı tatlıya bağlamış gerçi çılgın Jack yine bulur bir yolunu alır kendine bir araba : ) Z kuşağını Jetgiller gibi bir hayatın bekleyeceği tahmin ediliyor coğrafi sınır kavramları olmayacak çoğu çok genç yaşlarda yalnız yaşamayı tercih edecekler tam bir teknoloji adamı olacaklar Batı’ya uyumları diğer kuşaklara göre çok daha kolay olacak komplekssiz ve sabırsız olacaklar.
Peki gelelim olmazsa olmaz X kuşağına, ablalar ağabeyler kuşağına  : ) Bunlarda 1980 öncesi doğanlar kimiler kayıp kuşak falan deniyor ama yok öyle bir şey…  Kimileri kendini demode bulsalar dahi bizlerin öncüleri onlar hem geriden gelen çılgın Z’leri düşününce bir önce ki kuşağa bir şey demeye dilim varmıyor… : )

1 Haziran 2011 Çarşamba

Bu Akşamın Şarkısı

Bu şarkı için kişisel gelişim şarkısı desem yalan olmaz gibi ... : )


http://www.youtube.com/watch?v=gLMM3Mc1WAc


Hayat bu kadar mı?
Bence değil bir kaç sözüm var..
Biraz senin gibi yıkılmayan duvarları var..
Bazen esinsindir bazen uzak yakınlarım var..
Ben , ben böyleyim kendi yolumda..

Bırak tutma beni..
Kaybetsem de üzülmem asla..
Ne boş kaygılarım..
Korkma bana hiçbir şey olmaz..
Yanlış doğru gibi eksik kalan birkaç satırsa..
E ben, ben böyleyim kendi yolumda..

Hayat benim her anımı yaşadıkça sevesim var
Aldırmam hiç yağmurlara 

Benim güzel hatalarım var
Bir an bile vazgeçmedim kendi yolumdan 

Değer saklanma hiç..
Geçer zaman böyle de geçer..
Ya sev ister vazgeç..
Beklentiler sadece üzer..
Ayrı dünyalarda farklı farklı kafalarda..
Ben, ben böyleyim kendi yolumdan..

Hayat benim her anımı yaşadıkça sevesim var
Aldırmam hiç yağmurlara
Benim güzel hatalarım var
Bir an bile vazgeçmedim kendi yolumdan