30 Ocak 2012 Pazartesi

Bu Bir Kar Yazisidir.

İstanbul kar altında.

Ben bu yazımı penceremin önünden bembeyaz bir manzaraya karsı yazıyorum. Tabletten ilk yazım aralarda hatalarım olabilir şimdiden affola ( mesela affolayi Afrika olarak tahminledi sagolsun son anda fark ettim :))

Bu sabah zorlu koşullarda ulaştım ofisime durmak icin kaldırıma çarpmak zorunda kaldık, mesai başladıktan 1,5 saat sonra anca varabildik ve 15:30 itibari ile ldari tatile uyup 'paydos' dedik.

Zorlukların ulkesiyiz biz bunu bugün bir kez daha fark ettim. Biz mutluluğu paylaşmayı hazmedemeyen acılara ve zorluklara ortak olmayı seven bir milletiz. Neden böyle olduğumuza dair fikrim yok. Mutluluğa ve keyife tahammülümüz yok. Acıyı ve dert yanmayı daha çok seviyoruz. Evet mesela bugün arabalar karda kayarken yoldan geçenler yardıma koştu. Düşenlere el uzatıldı vs. Bunlara kötü demiyorum bu arada sakın yanlış anlaşılmasın. Ama ağlayana gösterdiğimiz acıma duygusunun yarisi kadar sevecenligi gosteremiyoruz sokakta kahkaha atan bir kadına...

Biz zorluk ve acıların ulkesiyiz. Zorluk ve sıkıntıya gösterdiğimiz güç birliğini sevinç ve keyife de göstermemiz dileği ile...

Bu arada birkaç yazı biriktirdim taslaklarımda... Ama üzgünüm siteme saklıyorum. Sanırım 2, 3 güne kalmaz www.ikburada.com adresinde buluşuyor olacağız. O vakte değin bu kısa, dandik ama ben buradayım ve sizin icin besleniyorum yazilarimla idare edin.

Bu arada biz yarın tatiliz :) Sitemin Facebook ve Twitter hesaplarını acacağım, ayrıca dün açtığım linkedIn hesabım 50 üyeyi astı bile (daha ortada site yokken:)sizleri de beklerim.

25 Ocak 2012 Çarşamba

Kopi-Pes Mülakatlar Pes Ettirdi Artık

Epeydir bu işin içindeyim. İçinde olmadığım zamanlarda da uzaktan da olsa takip etmeye çalışırdım. Hep derim yine diyorum bana göre IK'nın en önemli adımlarından biridir işe alım.

Zordur ve bana göre biraz kişisel yetenek gerektirir. Her şey öğrenilmez bazı şeyler zaten vardır ve geliştirilir. Sesi güzel olmayan bir insana nota öğretin, müziğin kompedanı olur ama çıkıp şarkı söyleyemez zaten de söylemesin mümkünse.

İşe alım için de işte birazcık bu durum gerekli, doğuştan bu konuda yetenekli olmak. Kimse anasının karşından işe alımcı olarak doğmaz bunun farkındayım ama kişilik tahlili, gözlerdeki o enerjiyi hissetmek vb durumlar biraz genetik gibi geliyor bana. Yetenekli insanlarda bu durum geliştirilirse tadından yenmez.

Nasıl geliştirilir? Araştırarak, Türkiye ve dünyada neler yapılıyor inceleyerek, konu hakkında bilgi edinerek, kitap okuyup dağarcık geliştirilerek vs.

Ama artık mülakatlarda 5 yıl sonra neredesiniz sorusunu duyunca 'kesinlikle sizin olmadığınız bir şirkette' diyip fıyın oradan arkadaşlar. Şaka bir yana ama biraz gelişsek, biraz yol alsak. Eskiden kopsak bilişimden faydalansak, araştırsak hiç fena olmaz.

Çekinme Haydi Söyle Bana


Hayat hepimizi çeşit çeşit yerlere savurmuş durumda. Şöyle düşündüğümüz zaman aslında dürüst olursak çok azımız olmak istediğimiz yerlerdeyiz.

Ben mesela yaptığım işi sevmekle beraber eğer seçme şansım olsaydı hiç ukalalık etmeyeceğim şu anda şu masada olmak olmazdı tercihim. İnsan Kaynakları benim için doğru seçim buna şüphem yok ama yapmak istediklerimle yaptıklarımı kıyas bile edemem.

Acaba seçme şansım olsa idi ne olurdum diye soruyorum kendime sonra da bu sorunun hemen ardından şu soru dönüyor beynimde seçme şansım yok muydu?

Eğer bu soruya cevabımız hayır ise neydi, kimdi bizim elimizden tüm hayatımıza sirayet edecek böyle ciddi bir adım atarken karşımıza engelleri koyan?

Ailemiz, cesaretsizliğimiz, ne istediğimizi bilmemek, para, hepsi... Evet değişik değişik sebeplerle hayat amacımızdan ve hayallerimizden uzaklaştık. Çocukken tiyatrocu olmak isterdim bir dönem opera sanatçısı olmak istedim. Tiyatroya gidip tiyatrocu, operaya gidip operacı olmak istemişsin sen demeyin sakın oradan pazara gidip pazarcı olmak ya da kuaföre gidip kuaför olmak istemedik :) Göz önünde olan biri olmak istemişim belli ki çocukken kalabalıklar önüne çıkıp binbir türlü marifetler sergilemek varmış hayalimde. Biraz büyüdükçe psikolog olmak istedim (şimdi hiç istemediğim bir meslek) görüldüğü üzere çeşit çeşit hayaller kurup sonra IK'cı olmuşum. Yine iletişim yoğun, insanlarla iç içe ve samimi bir meslek.

Şimdi biraz düşünsenize kim bilir hayallerinizin peşinden gitseydiniz şimdi nerelerdeydiniz.. Haydi çekinmeyin söyleyin bana :)

Yazmayacaktım Yazmayacaktım! Dayanamadım

İnsan Kaynakları ile ilgilenen herkesin mutlaka bir yerlerde savurduğu fikirleri vardır Mobbing hakkında. İş hayatının içinde defalarca maruz kaldığımız bilerek ya da bilmeyerek defalarca başkalarını mazur bıraktığımız elle tutulmaz,  gözle görüşür, yürekte hissedilir hadiseler bütünüdür Mobbing! Bir şeyler yazasım yoktu konu hakkında ama dayanamadım, duramadım.

Özgür ansiklopedi Wikipedia şöyle tanımlamış bu kavramı; bir grup insanın bir kimseye veya başka bir gruba sosyal kabadayılık yapması. Latince kökenli sözcük; psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı vermek anlamlarına gelir. Özellikle hiyerarşik yapılanmış gruplarda ve kontrolin zayıf olduğu örgütlerde, gücü elinde bulunduran diğerlerine psikolojik yollardan uzun süreli sistematik baskı uygulamasıdır. Son dönemlerde sosyoloji ve hukuk başta olmak üzere çeşitli alanlarda disiplinlerarası çalışılan bir konu haline gelmiştir.




Mobbing kavramı öncelikle çocuklar arası zorbalık, çocuk kavgaları vb. şekillerde tanımlanırken 1950'li yıllarda şirketlerde, çalışanlar arasında da var olan bir kavram olduğu fark edilmiştir. 


Birçok kişinin işten ayrılmasına, kalıp çalışmak mecburiyetinde olanların ise son derece huzursuz, mutsuz şekillerde çalışmasına sebep olan bu lanet duyguyu hepimiz her gün defalarca yaşıyoruz.


Bana göre hepimizin en çok maruz kaldığı mobbing 'gözle taciz' Şöyle sakince bir arkanıza yaslanın ve üzerinizdeki 'delici' bakışları gözlemleyin. Nasılda temiz düşünceler geçiyor değil mi o anda yöneticinizin ya da çalışma arkadaşınızın aklından sizin hakkınızda! :)


Kapı arası küçük kumpaslar, delici bakışlar, minik-şirin-tatlı-sevimli (!) laf dokundurmalar vs.




Bana sorarsanız mobbingi yöneticilerden ziyade çalışma arkadaşları birbirine uyguluyor. Kaçımız, patronumuz ya da yöneticimiz yüzünden kaçımız yan masadaki, arka sıradaki çalışma arkadaşımız yüzünden sabahları ayakları geri geri giderek işe gidiyor düşünsenize... Evet alacağım cevabın hiç azımsanmayacak.


Bugüne kadar çalıştığım tüm şirketlerde ne yazık ki gözlemledim bu kavramı. Bu konuda çok umutlu konuşamıyorum ne yazık ki insanlarda bu garip bitmek tükenmek bilinmez Ego var olduğu müddetçe ömür biter mobbing bitmez.

22 Ocak 2012 Pazar

Bu Yazının Adı Yok

Blogum nihayet bu hafta yepyeni bir siteye terfi ediyor kendini... O kadar zamandır yapmak isteyip bir türlü beceremediğim bir iş bu, zaten paylaşmıştım daha öncede sizlerle.

Blogumu taşırken sadece mesleki yazıları taşıma kararı aldım. Malum, biliyorsunuz zaman zaman içimden gelenleri de döküyorum sayfama. Ama diğer yazılarıma da kıyamadım onları da site içerisinde bir yerlere kondurmayı düşündüm. " Ruh Halim " diye bir bölüm mü açsam acaba diye düşünüyorum. Ama karar veremedim. Çünkü şöyle bir gerçek var ki hayatıma dair, ben yazmadan dökemiyorum içimi dünya kadar konuşsam da o konuştuğum her şeyi bir de yazmam gerekiyor ve bu yazdıklarımı paylaşmak istiyorum. Yazdığım ve paylaşmadığım yazım yok neredeyse çoğu isimsiz ya da rumuzlu. Ama kimilerini de özellikle bu blogumda paylaşmak istiyorum.

İşte yine böyle bir yazıyı paylaşacağım evet ve yazarken karar verdim sanırım İK blogumda ruh halim diye bir bölüm olacak :)



Hayat Bazen;

Dizlerin kanayarak dönmektir eve
Elinde kırıklarla dolu bir karne ile babanın huzuruna çıkmaktır
Sevdiğin adamı başkasının yüzüne aşkla bakarken yakalamaktır
Kardeşinin evlenmesidir
Babanın çekip gitmesidir
Uzaktan bir akrabanın gelmesidir
İki kadehin tokuşmasıdır bazen
Ladeste aklımda demeyi unutmaktır
İlk bakışta aşık olmak
Son kez sarıldığını bilmemektir çok zaman
Aynanın karşısına geçip sallanan dişi burmaktır sağdan sola
Hıdrellezde gül dibine araba çizmektir taşlardan
Ansızın terk edilmektir
Sabah kızarmış ekmek kokusuyla uyanmaktır
İhanettir, bazen tutkudur
Korkudur
Ansızın geliveren sevgilidir
Ansızın terk eden bazen de
Aniden şarjı biten telefondur
Parasızlıktır, bazen de çok paradır
Ölümdür bazen
Bazen yıldırım aşkıdır ilk görüşte çarpan
Bazen minicik bir bebeğin işaret parmağınızı sıkmasıdır
Kaybettiğini sandığın anda kazanmaktır
Gecenin bir yarısı uyanıp yanındakinin üstünü örtmektir
Camdan cama dedikodu yapmaktır
Kendini camdan atanların ölümünü izlemektir gecenin bir yarısı
Hayallerinin yıkılmasıdır
Yeni hayallere uyanmaktır
Güneşten yanan omuz başlarıdır
Radyoda aklından geçen şarkının çalmasıdır
Hayat bazen.... son kez gözlerini açmaktır yeni güne 

Hayat birgün son kez nefes almak ve bir daha asla verememektir.





IF



Genç Fütürist'ler Gurubundan tanıdığım, hiç yüz yüze görüşmediğim fakat sosyal medya üzerinden takip ettiğim Fatma Çalışkan'ın bugün Facebook sayfası üzerinden 'bu şiiri sevdiyseniz, hergün hatırlayın ve yaşayın' iletisi ile paylaştığı bir şiiri sizlerle paylaşmak istedim.

O kadar beğendim ve etkilendim ki... Hatta bir çıktısını alıp duvarıma asmayı dahi düşündüm. Yazılanları düstur edinene dek hergün okusam fena olmaz hani, hem belki gelen geçen başkaları da okur. 

Şiir, Rudyard Kipling' e ait. Kipling 1865 Hindistan doğumlu, İngiliz şair&romancı... 1907 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülmüş.
Şiirinin adı "IF" Ben blogumda orijinalini değil merhum Bülent Ecevit' in 'EĞER' isimli çevirisi ile sizlerle paylaşacağım. Sizlerinde beğenmesi ve hayatınıza dair yola sokmanız gereken birkaç konu hakkında kafanızda soru işaretleri yaratması dileği ile...


Eğer
Çevrende herkes şaşırsa ve bunu da senden bilse,
sen aklı başında kalabilirsen eğer,
herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır
hem de kendine güvenebilirsen eğer,
bekleyebilirsen usanmadan,
yalanla karşılık vermezsen yalana,
kendini evliya sanmadan
kin tutmayabilirsen kin tutana,
düşlere kapılmadan düş kurabilir,
yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer,
ne kazandım diye sevinir,
ne yıkıldım diye yerinir,
ikisine de vermeyebilrsen değer,
söylediğin gerçeği eğip büken düzenbaz,
kandırabilir diye saflar dert etmezsen,
ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz,
koyulabilirsen işe yeniden,
döküp ortaya varını yoğunu
bir yazı turada yitirsen bile
yitirdiklerini dolamaksızın diline
baştan tutabilirsen yolunu,
yüregine, sinirine “dayan” diyecek,
direncinden başka şeyin kalmasa da,
herkesin bırakıp gittiği noktada
sen dayanabilirsen tek,
herkesle düşer kalkar erdemli kalabilirsen,
unutmayabilirsen halkı krallarla gezerken
dost da düşman da incitmezse seni,
ne küçümser ne de büyültürsen çevreni,
bir saatin her dakikasına emeğini katarsan hakçasına,
böylece dünyalar önüne serilir,
üstelik oğlum adam oldun demektir.




www.wikipedia.com
www.etegimdekidijitalkodlar.com

17 Ocak 2012 Salı

Esir Ruhlar (1)

Ne zaman özgür bıraktım ruhumu hatırlamıyorum. Çok zaman olmadı bunu başaralı... Sanırım 2007 Mayıs ayından sonrasına uzanan döneme denk geliyor. Aniden terk edilmiş, işsiz kalmış, aynaya bakmaya korkacak kadar çirkinleşmiştim, annemle babam yeni boşanmıştılar. 

Hayatımın zorlu belki de bugüne kadar ki en zorlu sınavından geçtiğimi anlamam için yaklaşık 3 sene geçmesi gerekmiş Mayıs aylarında yaşadığım bu ani vurgunların ardından Temmuz gibi silkelenmem gerektiğini fark ederek. Hayata dair küçücük bir adım attım. Ve bedenimden ziyade ruhumun özgür olmadığını fark ettim. Hala geçmişler ve o kötü günlerle aramda korkunç negatif bağlar vardı. Önce onları kesmem gerektiğini fark ettiğimde hiç tereddüt etmemiştim. Ve yükselme dönemine geçiş başlamıştı benim için. 

Ruhumu sonsuz özgür bıraktığımda ise bütün semanın benim olduğunu, bana kucak açtığını en derinde hissettim.
 
İnsanın aklı, fikri ve ruhu özgürse önüne kimsenin, hiçbir gücün engel koyamayacağını çok net öğrendim bu dönem. İşte o günlerden beridir de kimse fikrimi ve ruhumu koyamadı kafese.

Şimdi etrafıma bakıyorum esir ruhları, esir zihinleri gördükçe içim sızlıyor. Hayattan ve kendinden çoktan vazgeçmiş ama bunu bin bir türlü bahaneye maskelemiş, hayatlarından aslında bi' haber ama memnun gibi yaşayıp gidiyorlar. Geçen her dakika ömürlerinden eksilirken onlar her yeni günde biraz daha gömülüyorlar esirliklerine...

Kiminde geçmişin vefa borcu, kiminde maddi imkansızlık, kiminde güvensizlik, kiminde tembellik... Hepsi birer sebep bulmuşlar kendilerine, hepsi önderlerinin onlara gösterdiği yolda yürüyorlar. Hiç ama hiç birinin aklında biraz yana sapma hayali yok. Uçuruma gitmekten asla kurtulamayacak koyun sürüleri gibiler uzaktan bakınca. Ayaklarının biri boşlukta diğeri bir başkasının ayağının altında...

Avuçlarının arasından usulca akıtıyorlar hayatlarını. Ben ise bakıyorum ve bir gün diyorum umarım çok geç olmadan bir gün açarsınız ruhunuzun kafesini ardına kadar. 

Fikri özgür olmayan insanlar hayatları boyunca başkalarının hayatını yaşarlar. Onların işini, onların öngördüğü şekilde yaşarlar, onlar kadar sevilir onlar kadar severler, en büyük başarı onun elde ettiği kadar olur, hiç kendi hataları olmaz, kendi başarıları, kendi sevgileri, kendi terk edişleri, kendi geri gelişleri...

Sadece bir gün kendi pişmanlıkları olur hepsi bu ve sanırım sonunda da sadece geç kalmışlıkları... İşte hayatlarında kendilerine ait olabilecek 2 muhteşem (!) duygu... Pişmanlık & Geç Kalmışlık

Gözünüzü kafesin parmaklıklarından uzaklara dikin. Yemyeşil ovaların, sımsıcak güneşin yüzünüze vurduğunu hissedin. Eğer hala o kafeste kalmak istiyorsanız...



Sevgilerimle,

Ruhunuz özgür olmadan ne doğru işi ne de doğru eşi bulmanız imkansız! 

8 Ocak 2012 Pazar

Bir Haber

Geçmiş haftalarda sizinle üzeri kapalı paylaştığım bir haber vardı... Kendi çapımda bir kitap yazma cesaretine girişmiştim. Çok uzun değil ama içli, yüreği ufaktan dağlayan bir hikaye...

Veeee.... Kitabımı tamamlamış bulunmaktayım şimdi işin yasal süreci başlıyor içinde bolca töre olduğu için  okunup, incelenmesi ve izin çıkması gerekiyormuş.

Hadi şans dileyin bana bu işleri de tez vakitte halledip kitabımı elime alayım. :)

Bu arada anlaşıldığı üzere artık kitap bitti ve bloguma gereken zaman ve özen gösterilecek.

Sevgilerimle...

7 Ocak 2012 Cumartesi

Doğum Günü Doyum Günü

6 ocak 1983
6 ocak 2012

Geriye dönüp baktım dün gece doğum günü kutlamasından dönünce... Acıları bir yana mutlulukları bir yana koydum. Üst üste dizdim an geldi acılar mutluluklara tepeden baktı an geldi mutluluklar gururla göz süzdü acılara tepeden.

Acılarım beslemiş, mutluluklarım güç vermiş hayatın engebeli yollarında. Gözlerim sulanmış sık sık... Bazen üzüntüden bazen sevinçten.

Ailemi düşündüm mesela uzun uzun... Önce annemi sonra babamı, beni sarıp sarmalayan dayımı, bir cümlesi ile sıkıntıları savuran teyzemi, ciğerimin paresi ablamı,  elime ilk verdiklerinde kollarımın arasında kaybolan Mehmetali'mi, canlarım kuzenlerimi herkesi...

Sonra arkadaşlarımı düşündüm... Mesela ilkokulda inatla biz kardeşiz diye ortalığı birbirine kattığımız Seda geldi aklıma, ortaokulda yıllarca dip dibe oturduğumuz Sebo geldi  lisedeki delikanlı arkadaşlarım geldi aklıma Hasan'ı Sami'si Yusuf'u hepsi... Kızlar geldi aklıma Menekşe'si Özlemi'i Ayşegül'ü... :)

Dün özel bir gündü kendimi ilk defa büyümüş hissettim 20'li yaşlara son kez "merhaba" dedim. İçimde ki o küçük kızın elinden son kez tuttum artık büyüdün dedim güçlüsün dedim hemde çok güçlü...

Küçücük ellerini avcumun içinde sıkıca tuttum gözlerimi diktim ve avcumun içinde o çocuk ellerinin kadınlaşmasını izledim şaşkınlıkla... Sonra aklıma o geldi benim ilk aşkım geldi hafifçe gülümsedim ve affettim onu tüm kalbimle... Sevgimi gönderdim gecenin karanlığında O'na mutlu ol dedim.

Sonra eski iş arkadaşlarım geldi özlediğimi fark ettim zamanında kızdıklarımı dahi özlemişim. O anda aklıma Aytül geldi ne güzel anılarımız vardı bizim ne çok özledim O'nu... Bir dilim ekmeği, bir yastığı inanır mısınız bir can eriği paylaştığımız günlerimiz oldu bizim. :)

Sonra şimdi ki arkadaşlarımı düşündüm. Nasıl da güzel girdiler hayatıma, nasıl da iyi ettiler, nasıl da dün gece yalnız bırakmadılar beni.

Ben dün gece hayatımı o nadide kutusundan çıkardım duvara beyaz bir perde gerip gözümü kırpmadan izledim. Baştan sona bildiğim ama ilk kez karşısına geçip izlediğim o muhteşem filmi seyrettim. Hayatımın en büyük hediyesini dün kendi kendime verdim. Kendimi affettim. Kendimi keşfettim. Doğum günüm doyum günüm oldu benim.

Hayatıma anlam katan herkese geçmişin tüm izlerine sonsuz teşekkür.

Ps. Bilmem fark edildi mi ama "hakkımda" kısmı da güncellendi :)